Yollardaki Mülteciler
‘Suriye Yollarda’ projesi izleyicilere, Suriye’den yola çıkan sığınmacıların Londra’ya kadar gerçekleştirdikleri yolculuğun hikayelerini fotoğraf, video ve sesle aktarıyor.
2011 yılından bu yana Suriye’de süren iç savaştan kaçıp diğer ülkelere sığınan mültecileri fotoğraflayan fotoğraf sanatçısı Kemal Vural Tarlan ve İngiliz sanat yapımcısı Jon Davis’in birlikte yürüttüğü “Suriye Yollarda” isimli serginin ilk durağı Londra. 7 Eylül tarihine kadar Londra Rich-Mix sinemasında ziyaret edilebilecek ‘Suriye Yollarda’ etkinliği, Türkiye’de savaşın kıyısında kalan ve Avrupa’dan İngiltere’ye uzanan tehlikeli yolculuk girişiminde bulunan Suriyelilerin hikayelerini belgeleyen bir fotoğraf, ses ve video sergisi. Etkinliğin üreticiler olan sanatçılar Tarlan ve Davis; Türkiye, Fransa’nın Calais liman kenti ve İngiltere’de gerçekleştirdikleri kapsamlı araştırmalarla yollarda yaşanmakta olan hayatların umut ve çaresizliğine ayna tutma çabasındalar.
Projenin fotoğraf ve video çekimleri kendisine ait olan sanatçı Kemal Vural Tarlan, yoğun ilgi ile karşılanan sergiyi ziyaretimiz sırasında gazetemizin sorularını yanıtladı.
Projeden bahseder misiniz?
‘Suriye Yollarda’ projesi, temel olarak Suriye’den yola çıkan Suriyeli sığınmacıların Londra’ya kadar gerçekleştirdikleri yolculuğun fotoğraflanarak takibidir. Projede mülteci olma durumunu anlatmaya çalışıyoruz. Fotoğrafladığımız bu insanlar, ülkedeki savaşın mağdurlarıdır. Savaşın sonucu olarak kendi ülkelerinden çıkmak, başka ülkelere sığınmak zorunda kalan insanlardır. Bu koşullarda geleceğe dair umutları bittiği için, bu kez kaçak yollarla Avrupa ülkelerine geçmeye çalışıyorlar. Kimi yakalanıyor, kimi ölüyor, kimi yıllarca göçebe olarak yaşıyor. Fransa’nın Calais liman kentinden göçmen olarak karşılaştığımız bir ya da iki yıldır parklarda yatan insanlar var. İngiltere’ye geçebilme umuduyla orada beş parasız yaşayan insanlar var. Biz anavatanlarından Londra’ya kadar bir kısmı fotoğraf, bir kısmı video ve sesler olarak yaptığımız röportajlarla, biraz da göçmenlik nedir duygusunu, bu insanların ne hissettiklerini yansıtmaya çalıştık. Yine Türkiye’de de, Avrupa’da da sığınmacı ya da mültecilere devlet bakışının aynı olduğunu; halbuki bir sığınmacı ya da mülteci olmanın evrensel bir insan hakkı olduğu mesajını vermek istedik.
Nerelerde çekimler yaptınız?
Bu proje Türkiye-Suriye sınırından başladı. Çekimler mayınlı alanlardan, ilk geçiş anlarından başlayıp Türkiye’ye özellikle Antakya, Kilis, Antep, Urfa, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsayan alanlarda yapıldı. Oradan Fransa’ya ve ardından da Londra’ya kadar çekimler devam etti. İngiltere’nin çeşitli kentlerinde de çekimler gerçekleştirildi çünkü buraya kadar ulaşan az da olsa insan var. İnsanları yaşadıkları evlerde, çalıştıkları tarlalarda, işyerlerinde, sokakta dilenirken, çöp toplarken, sınırdan geçerken ve sınırda zeytin ağaçlarının altında bekleyen insanları, yaşlıları fotoğrafladık. Aralarında beni en çok etkileyen sınırda doğum yapmış ve üç gündür orada bekleyen ve zaten ölecek diye çocuğuna isim koymayan bir kadındı.
Projenizde özelde hikayeleri ön plana çıkanlar kimler?
Genelde çalışmalarımda kadın ve çocuklara yönelik pozitif ayrımcılığı tercih etmişimdir. Bir yol hikayesi olduğu için bu projede gençlerin hikayeleri ön plana çıkıyor. Türkiye’de kamplarda kalan sığınmacıların yüzde 60-70’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Fakat kaçakçılar tarafından sınırları geçip Avrupa geçenler içerisinde kadın ve çocuk sayısı azalıyor. Örneğin; Suriye’de Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisi iken kaçmak zorunda kalan 22 yaşındaki bir Kürt genci ile İngiltere ile sınır olan Fransa’nın Calais liman kentindeki parkta tanıştık; yedi aydır başkasından kalmış bir kaban, bir yastığı ve sırt çantası ile bu parkta yaşıyordu. Londra’da üniversitesini bitirip tekrar doktor olarak oraya ülkesine dönmek isteyen bir çocuktu. Avrupa’da çalışmalarımızı yürütmeye başladıkça bu genç gibi savaştan kaçan avukatlar, mühendisler, üniversite öğrencileri ve ciddi meslek gruplarından gençlerle karşılaştık.
Peki gözlemleriniz doğrultusunda mülteci ya da sığınmacıların maruz kaldığı ırkçılık mekana göre değişiyor mu yoksa her yerde aynı mı?
Projede vesilesiyle yolculuklarımızda aslında yabancı düşmanlığı dediğimiz şeyin bütün toplumlarda var olduğunu gördüm. Türkiye’de hep şöyle yapıldı mesela; bu insanlar mülteci, sığınmacı ya da göçmen değil. Bu insanlara ‘misafir’ gibi uluslararası statüsü olmayan saçma sapan bir şey verdiler; yani bu insanların hiçbir hakkı yok. Türkiye’ye mülteci olarak sadece Avrupa Birliği’nden gelenleri kabul ediliyor; Ortadoğu’dan gelenleri mülteci statüsüne almıyor. Bize hep Türkiye toplumu çok misafirperverdir dendi. Fakat şimdi görüyoruz ki o misafirperver dediğimiz insanlar kendi kentine sığınmış insanlara saldırıyorlar. Bu son dönemde aslında bizim ne denli yabancı düşmanı olduğumuz da pratikte açığa çıkmış oldu.
Biz Calais’te de bunu gördük. Jon ile birlikte mesela Calais’de biz bir kafeye oturduğumuzda beni göçmen sanıp daha farklı bakıyorlardı. Yine İngiltere’de görüştüğümüz kişiler yabancıların, göçmenlerin yaşadığı mahallelerde kalıyor. Hükümetin verdiği evler yine yabancıların, göçmenlerin yaşadığı mahallelerde. Sonuç itibariyle ırkçılık her yerde var. Bu insanlar aslında her yerde istenmeyen insan konumundalar.
Serginiz başka yerlerde açılacak mı? Bir de dördüncü bölümden bahsettiniz? Açar mısınız?
10 Ekim tarihinde Antep’te hem Ortadoğu üzerine çalışan gazeteciler, hem de akademisyenlerin katılacağı bir Ortadoğu sempozyumu hazırlığı içerisindeyiz. Orada sergimiz açılacak. Avrupa Birliği Kültür Vakfı ve Almanya’da Mitost, İstanbul’da Anadolu Kültür gibi kültür sanat kurumlarının desteklediği projeyi ardından İstanbul ve Berlin’de ve zaman içerisinde farklı yerlerde tanıtmayı amaçlıyoruz.
Londra’daki sergi, fotoğraf, video çekimleri ve ses kayıtları olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Dördüncü bölüm, insanların mayınlı alandan geçerken düşürdükleri objeleri kapsıyor. Mesela bir kadının dikenli tellere takılmış elbisesinin parçası, düşürdüğü ayakkabısı, bir bebeğin emziği ya da bir çocuğun terliği veyahut şapkası… Topladığımız bu objeleri Antep’te gerçekleştireceğimiz sergiye dahil edeceğiz.
Süren savaş ile mülteci sorunu devam edecek muhtemelen. Benzer çalışmalarınız olacak mı?
15 yılı aşkındır Ortadoğu’daki Romanları çalışıyorum. Şu anda da Avrupa Roman İnsan Hakları Merkezi’nin Suriye’den gelen Domlarla ilgili bir projesinin danışmanlığını yapıyorum. Suriye’den gelen sığınmacılar içerisinde en kötü durumda olan grup Domlar, Roman grupları… Bu grupları hiçbir devlet istemiyor; kamplara almıyorlar. Bu grupların büyük bir kısmı Alevi olduğu için Sünnilerle birlikte kalmak istemiyorlar. Çünkü radikal İslamcılardan korkuyorlar. Şimdi Domlarla ilgili çalışıyoruz aralık ayında ona dair bir rapor çıkacak. Ardından Domlarla ilgili sorunlara dikkat çekmek için çeşitli yerlerde sergiler yapma düşüncesindeyiz.
SUNA ALAN-Ozgür politika