Yılmaz Güney’in Kızı: Babamın 35 Yıl Önce Çektiği Filmler, Halen Bugünkü Türkiye’yi Yansıtabiliyor
Ünlü Kürt yönetmen Yılmaz Güney’in Yol filminin gösterim programı nedeniyle Londra’da bulunan Elif Güney Pütün ile, Yılmaz Güney’i onlarca yıl sonra bile halen filmlerinin neden bu denli ilgi gördüğü üzerine bir söyle gerçekleştirdik.
Tottenham’da bulunan Bernie Grant Arts Centre’da yapılan Yol filminin gösterimi öncesi görüştüğümüz Pütün ile baba Yılmaz Güney, filmlerini ve yeni ne- sillere aktarmak istediği değerleri konuştuk.
Esra Türk: Yılmaz Güney’in filmlerine hala ilgi olması ve yeni jenerasyonların beğenmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Elif Güney Pütün: Bunun ger- çekten muhteşem bir şey olduğunu düşünüyorum çünkü Yılmaz Güney tamamen halka mal olmuş ender sanatçı ve kahramanlardan biridir. Yeni nesillerin Yılmaz Güney’i tanımaları ve taşımaları çok gurur verici bir şey. Böyle bir ilginin özellikle Türkiye dışında oluşmuş olması çok önemli bir şey çünkü Türkiye topraklarını aşmış bir sanatçı artık. Bu çok onur verici. Ve kendisi de bir şekilde amacına ulaşmış oluyor, çünkü bir yazısında ‘okyanusları aşarak tüm dünya halkına sesimi duyurmak istiyorum derdi. Bugün, onu başardığını fark ediyorum.
Vefatından 32 yıl geçti ve 32 sene sonra, Londra’da böyle bir talep üzer- ine film gösterimi yapılması ve yeni nesillerin ilgi göstermesi çok önemli.
Okyanusları aşarak duyurmak istediği mesaj neydi?
Babam için hayat aslında ikiye ayrılmış bir şeydi. Babam hiç bir za- man milliyetçi olmadı ve onun davası şu şekilde yansıyordu: Ezenler ve ezilenler. Ve verdiği mesaj da zaten ona odaklanıyordu: ‘Ben ezilenlerin yanındayım ve tüm dünya ezilen- lerinin yanındayım. Yani bu benim davam, mücadelem sadece Tür- kiye topraklarına ait bir mücadele değil. Tüm dünya topraklarına ait bir mücadele ve tüm dünyada ezilen halkların mücadelesinin yanındayım. Ve burada kendime bir pay biçiyo- rum. Ben kendim sanatımla bugün kendi topraklarımda bir demokrasi mücadelesi veriyorum, sanatımı bir si- lah olarak kullanıyorum bu demokrasi mücadelesinde ama umarım ki sesimi bütün dünya ülkelerine, uluslarına, dillerine, ırklarına duyurarak böyle bir mücadelenin mümkünatını kanıtlayabilirim.’
Benim algıladığım mesaj bu.
Yılmaz Güney bir sinemacı olarak Yol filmi ile özellikle nasıl bir mesaj ve nasıl bir duygu uyandırmak istedi sizce?
Yılmaz Güney’in ağızından iki ke- limeyle ifade edeceğim, çünkü bunu kendisi ifade ediyor ve yazıyor. Yol bir ‘meydan okuma’ filmidir diyor.
Yol çok zor şartlar altında çekilmiş bir film. Bir hapishane hikayesin- den, izin hikayesinden, mahkumların hikayelerinden yola çıkarak, aslında ülkemizin, insanlarımızın topraklarımızın kendi içerisinde bir hapishane yarattığının filmi. Ve ger- çekten bir meydan okuma filmi. Çünkü yol çok zor şartlar altında yapıldı yurt dışına çıkarıldı, yurt dışında kurgusu Yılmaz Güney tarafından yapıldı.
İlk başta 11 kahraman vardı Yol’da ve Yol’un adı Bayram’dı. Bir takım sorunlardan dolayı hikaye kısaltıldı ve topraklarımızdaki insanların iç çelişkileriyle kendi dünyalarımızın nasıl kısıtladığımızı ortaya koyan. Ve aynı zamanda sistemi yargılayan bir film. Ve onun için en önemli direniş ve meydan okuma filmlerinden biriydi.
Yılmaz Güney’in başka hangi filmlerini Yol gibi değerli buluyorsun?
Umut’u. Çünkü umut 1970 yılında, Yılmaz Güney’in gerçekten bir dönüm noktası olan bir filmi. Çünkü Umut ile, Yılmaz Güney Türkiye sınırlarını aştı. O zamana kadar yapmış olduğu film- lerle çok çarpışan bir film. Çünkü ora- da, aynı zamanda, küçücük bir arayış, bir hazine hikayesiyle büyük bir toplu- mun acısını, çelişkisini, yoksulluğunu, yoksunluğunu anlatıyor. Ve bir çağ atlıyor. Bu film mesela Cannes Film Festivaline gizli çıkartıldı, Berlin Film Festivaline gizli çıkartıldı. Ayrıyeten, Umut’un yurtdışına çıkmış olduğu için Yılmaz Güney’e dava açıldı.
Ama tabii ki Sürü, bir destan olarak, Yılmaz Güney’in en önemli filmlerinden biridir. Çünkü orada da Sürü’ye baktığımız zaman, bugün hiç
bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Aynı zamanda, şimdi yaşadığımız küreselleşme olaylarını 1978’de ne kadar ön görü ile ifade etmiş olduğunu fark ediyoruz.
Bu da hala izlenilme sebeplerinden birisidir herhalde?
Kesinlikle. Yılmaz Güney filmler- inde çok önemli bir unsur var: Yılmaz Güney filmleri eskimiyor. Bugün Umut, Yol, Sürü’ye baktığımız za- man günümüz Türkiye’sini çok iyi an- layabiliyorsunuz. Bundan 35 yıl önce çekilmiş filmler bugün gerçekten, hala Türkiye’yi yansıtabiliyor. Türkiye’nin ‘halı altına konmuş pisliklerini’ yansıtabiliyor. Bu her sanatçının harcı değil. Böyle bir ön görüye sahip olmayı herkes yapamaz. Ama ben em- inim bundan 10 sene sonra bir Yol’u izlediğimiz zaman yine güncel olacak, yine sıkılmayacağız. Ne yazık ki.
Yol’da çok önemli bir şey var mesela. Yol’da, Yılmaz Güney çok büyük bir bedel ödemiştir. Çünkü, Yol Cannes Film Festivali’ne gittikten sonra ve ödül aldıktan sonra Yılmaz Güney vatandaşlıktan çıkartılmıştır. Gazetelerde biz onu böyle okuyorduk: biz ona dön çağrısı yaptık, dönmedi. Bu sadece bir mazeret. Esas vatandaşlıktan çıkarılma nedeni Yol filminin orijinal versiyonunda, yani Cannes Film Festi- valinde ödül alan versiyonunda Kürd- istan tabelasının bulunmuş olmasıdır. Çünkü Yılmaz Güney, orada 1982 yılında Kürdistan coğrafyasını gö- zlerimizin önüne sergiliyor. Bu çok önemlidir çünkü bunu ilk ve tek yapan sanatçı ve dava adamıdır.
Filmlerinde ilk defa Kürtçe müzik kullanan bir sanatçıdır. Bu bir çağdır. Bunu 2016 yılında algılamayabiliriz ama olayları o zamanın tarih, sosyokültürel ortamlarında değerlendirdiğimiz za- man büyüklüğünü görüyoruz.
Kürdistan tabelası hala Türkiye’de sorun yaratabilecek bir görüntüdür…
Tabii. Ve şöyle bir olay var. Mesela bugün gösterilen film Yılmaz Güney’in Cannes versiyonudur; ger- çek Yol’u dur. Ama 1999 yılında yapılan Yol versiyonunda Kürd- istan tabelası kaybolmuştur. Yok edilmiştir.
Yılmaz Güney filmin başında hoparlörle hapishane kurallarını anons eder kendi sesiyle. 1999 versi- yonunda bu ses yok edilmiştir. Film- in müziğiyle oynanmıştır ve film bir sansüre uğramıştır.
Türkiye’de yayınlanması için mi bunlar yapıldı?
Evet. Ama, eğer babam yaşamış olsaydı bu şekilde hiç bir zaman yayınlanmazdı ve babam taviz ver- mezdi. Yapılan bu ikinci versiyon, aynı zamanda Yılmaz Güney’in davasına ve kişiliğine bir hakarettir. Çünkü Yılmaz Güney bir bedel ödemiştir Kürdistan tabelasını koyarak.
Bu ticari bir amaçtı çünkü Yol filmi Türkiye’ye girdiği zaman büyük bir hasılat yaptı. Daha önce sinemalarda gösterilmiyordu. Ama sinemada gös- terilen Yol versiyonu Yılmaz Güney versiyonu değil.
Yılmaz Güney yaşasaydı, Yol film- ini Kürdistan tabelası olmadan, kendi sesi olmadan göstertmezdi. Çünkü burada safımızı belli ediyoruz. Nerede olduğumuzu belli ediyoruz. Kimin yanındayız.
Son olarak, size Yılmaz Güney’in kızı olarak onu nasıl hatırlıyorsunuz? babanız olarak nasıl anılarınız var?
Çok mükemmeliyetçi bir insandı. İnanılmaz derecede siyasi bilincini, siyasi davasını, siyasi mücadelesini aktarmaya çalışan bir babaydı.
Biz babamızı tanımadan, babamızı yaşamadan bir siyasi mücadele ak- tarma parantezine girdik. O bizim için çok ağırdı, çok acıydı. Ben kızı olarak sadece babamı tanımak isti- yordum. Ve bu ne yazık ki, üç sene birlikte yaşamamız zamanında- ki bu üç senenin bir senesi hastalıkla mü- cadeleyle geçtiği için zor bir dönem oldu. Eksik kaldık. Bir birimizden mahrum kaldık. Ve bugün ben 50 yaşındayım ve o mahrumiyeti hala içimde taşıyorum.
Bu da ödenen bedellere dahil?
Kesinlikle. Biz de bir bedel ödedik. Ama onu çok iyi anladık. Belki kabul etmemiz zaman aldı, çünkü olgunlaşmamız gerekiyordu, büyümemiz gerekiyordu, içimizdeki çocukla bütünleşmemiz gerekiyordu. Ama her şeye rağmen çok insani du- ygulara sahibiz ve bu insani duygu bir şekilde ‘babam, benim babam’ diyor.
Yılmaz Güney’i bir kenara koy- uyor ve benim babamı arıyor.