Seferberlik zamanı…
Başlığı abartılı bulanlar vardır / olacaktır. Son yıllarda artan katliam, işkence ve vahşet sahneleri ve bu saldırılar karşısındaki sınırlı tepki ve mücadeleler umutsuzluğa ve dolayısıyla kanıksayıcılığa neden olmaktadır.”Bir şeyler yapılmalı” fikri birçoklarımızın aklından geçse de beklemecilik ve seyircilik devam etmektedir. Sanal medya ise adeta iç boşaltma aracımız olmakta.
Gerici-faşist IŞİD çeteleri aracılığı ile Ortadoğu halkları üzerinden dünyaya “güçlü” emperyalist şemsiyeye ihtiyaç olduğu fikrini taşımak isteyen başta ABD olmak üzere AB emperyalistlerinin önce Rojava’ya yapılan saldırının sonucunu, sonra Ezidi Kürtlere yapılan saldırının sonucunu bekledikten sonra aniden(!) “yardım” tartışmaları başlatmış olmaları anlaşılır bir durumdur. Planladıkları politika ile de uyumludur. Fakat ezilen ve sömürülen güçlerin ve onların öncü kuvvetlerinin atıl duruşları asla kabul edilemeyecek bir durumdur.
Avrupa’nın pek çok coğrafyasında haftalardır devam eden çadır eylemlerinden sokak gösterilerine, işgal eylemlerinden stant eylemlerine kadar pek çok etkinliğe rağmen Londra’da hala sınırlı yapılan eylem ve etkinlikler hepimizi düşündürebilmeli. Hiç kimse bu sorumluluğu bir başkasına havale etmeden kendisi, ait olduğu örgütlenmesi ile ilişkilendirerek tartışabilmelidir. Aksi takdirde mevcut atıllığı, seyirciliği aşma şansına sahip olamayız.
Bugün, mevcut durumu bozacak bir adım atılmış bulunuyor. Londra Demokratik Güç Birliği Platformu ve Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) yaptıkları basın açıklamaları ve eylemlerle 1 Eylül’den başlamak üzere 1 aylık kampanya başlattıklarını duyurdular. DGBP bileşenleri mali kampanya başlatırken SKB ise mali kampanya ile birlikte aydınlatma ve her ulustan, renkten ve inançtan kadınların birleşik mücadelesini örmeye dönük bir kampanya başlatmış bulunuyor. Tüm kadın örgütlerini ve kadınları kampanyayı birlikte yürütmeye çağıran SKB, aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini uygulamakla yükümlü bulunan Birleşmiş Milletler (BM) üzerinde de basınç uygulamayı hedefliyor.
Bu kampanyalar, eğer gereği gibi sahiplenilebilir ve yürütülebilirse toplumsal bir silkelenme yaşanabilir ve seyirciliği bozabiliriz.
Sokak stantları oldukça önemli bir çalışma aracı. Fakat sokak ajitasyonları eşliğinde her gün yapacağımız işyerleri ve ev ziyaretleri kampanyanın duyurulması ve en geniş yığınların birleşik hareketini sağlamamız bakımından çok daha önemli araçlardan biridir. Yani bu kampanyalar salt sokak stantları ve tanıdığımız insanlara ya da örgütlenmelere yapacağımız ziyaretlerle sınırlı kalmamalı. Tam bir seferberlik ruhu ve planlaması ile kampanyalara sarılabilmeliyiz.
Hangi kurum, hangi kişinin yaptığına bakılmaksızın bu konuda atılacak her adım oldukça önemlidir. Bu, sadece açlık ve susuzlukla dağlarda ölüm kalım savaşı veren insanlarımız ve çocuklarımız için değil, aynı zamanda Ortadoğu’da yeni bir alternatif olarak doğan ve başta Kürdistan toprakları olmak üzere Ortadoğu halkları ve ülkemiz için de önemli stratejik bir nokta haline gelen Rojava devriminin sahiplenilmesi ve korunması için de oldukça önemlidir.
Ülke toprakları, daha önce defalarca altını çizdiğimiz gibi oldukça önemli bir sürecin eşiğindedir. Bir yandan “çözüm süreci” olarak tartışılır ve kimi hazırlıklar yapılırken diğer yandan tüm alt yapı inşası (kalekollar, paralı uzman komando birlikleri vb) ile bitirme planları yapılmakta. Bu nedenle, yapılan her saldırı karşısında gösterilecek refleksler, alınacak tutumlar adeta ilerlenecek yolu belirleyecektir.
Kısacası hepimiz; tüm ilerici, devrimci, demokrat, sosyalist, yurtsever kurum ve örgütlenmeler, bireyler sorumluluk altındadır. Kürt özgürlük mücadelesinin yenilgisi demek, eşitlik, özgürlük ve adalet hayalleri üzerine serpilecek ölü toprak demektir. Ve öyle bir ölü toprak olacaktır ki bu, 12 Eylül karanlığının çökerttiklerinden çok daha ağır olacaktır. Buna asla izin veremeyiz / vermemeliyiz…!