Milletvekili Sarıyıldız Tüm Yönleriyle Cizre’yi ve Orada Devam Eden Direnişi Yazdı

Milletvekili Sarıyıldız Tüm Yönleriyle Cizre’yi ve Orada Devam Eden Direnişi Yazdı

Cizre ve Silopi 15 gündür, yani 900 saattir kapalı cezaevine dönüştürülmüş vaziyette. Cezaevinde dahi ziyaretçi hakkınız var. 15 gündür Cizre ve Silopi’ye on binlerce asker ve özel harekât polisi dışında hiç kimse giriş yapamadı.

Devlet saldırılarının başladığı ilk günden bu yana aralıksız olarak Cizre’de bulunan Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız, yaşanan olayların en yakın tanıklarından birisi. Halkın direnişini, devletin saldırılarını yerinde takip eden Sarıyıldız gözlemlerini yazdı:

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı…” Tam da böyle bir zamandı. Bir bahar günüydü, cevval bedenlerin menzile bir an önce varmanın tez canlılığı, hafif korku, fısıldaşmalar ve bayramsı heyecan bütün Cizrelileri sarmıştı. Bütün bu karmaşık duyguların Cizre’ye sirayet ettiği tarih 1992 Newroz’u. Bütün yollar, sokaklar, caddeler, köy yollarındaki patikalar Newroz’a akıyordu. Mahalle aralarında tutulan halaydan sonra sımsıkı kenetlenme zamanıydı. Çünkü yine bugün olduğu gibi demirden imal edilen zulüm makinaları; tanklar ve zırhlı araçlar kenti kuşatmıştı. Bayram kana bulanmalıydı. Atalardan miras alınan muhayyeli meftuna çevirmenin, tam vaktiydi. Çünkü, özgürlüğü haykıran ve ölüm kefenini yırtan bir halkın çığlığı egemenleri her daim deliye çevirmiştir. İşte o deli, çılgın ruh o gün Cizre’yi kana buladı…

Cizre o zamandan sonra yara aldı, debelendi, düştü, kalktı. Ancak, o ilk günkü özgürlüğe kavuşmanın tez canlılığını ve bayramsı heyecanını hiçbir zaman yitirmedi. Bazı  kentlerin zamanı, takvimin zamanından hızlı akar. İşte çocukluğumun kenti Cizre böyle bir kent. Onun içindir ki Cizre hep bir adım önde olmuştur. Nice tufanları gören Cizre bu sebepledir ki muktedirler ile her zaman mukavemet halinde olmuştur. Cizre’nin zulme itiraz eden bu toplumsal ruh hali yakın dönem siyasi geçmişinin yanında tarihi ve kültürel karakteristiğinden gelmektedir. Cizre Osmanlılar döneminde de özerk yaşamını elinden almak isteyen Osmanlı Sultanına da itiraz etmiştir. Her sokağında direnişin bir anısı ve tarihi olan bu kenti “ıslah” etmek öyle sanıldığı gibi kolay değil. Bugünün Sultan’ı da bunu idrak edecek.

Tecrübeyle sabit olan bu kentin özgürlük tutkusu tank ve topla yeniden ehlileştirilmek isteniyor. Cizre ve Silopi 15 gündür, yani 900 saattir kapalı cezaevine dönüştürülmüş vaziyette. Cezaevinde dahi ziyaretçi hakkınız var. 15 gündür Cizre ve Silopi’ye on binlerce asker ve özel harekât polisi dışında hiç kimse giriş yapamadı. Devletin en ağır silahları ile bu iki ilçeye saldırılıyor. Silopi’de Ferhat Encü ve Aycan İrmez arkadaşımız bulunmakta. Ben de Cizre’nin 15 gündür devam eden vahşet günlerinin tanığıyım. Aynı zamanda 15 gündür bir halkın umutla, dirençle tank ve topa karşı yüreğini nasıl barikata çevirdiğinin şahidiyim.

İlk önce öğretmenleri gönderdiler, sonra memurları. Başka bir ülkede savaş çıktığında, yurdum insanının can güvenliğin için apar topar “ülkeye dön” çağrısı yapar gibi…. Ülkenin batısına ait olan her şeyi çıkardılar. Çıkardılar, çünkü steril bir katliam için ortam uygun hale getirilmeliydi. Bir tek silah, üniforma, tank, top ve devletin en soğuk yüzü olan “güvenlik aygıtı” kaldı. Hükümet ricalleri böyle buyurmuştu; devletin çizdiği hudutları aşan “potansiyel teröristler”e had bildirilmeliydi. Generaller ve paşaların kibirli siluetleri ile harita üzerinde parmaklarını bastıkları alanları yerle yeksan etme zamanıydı.

CİZRE DİRENDİKÇE, ONLAR ÇILGINLAŞTILAR…

14 Aralık’ı 15 Aralık’a bağlayan gece Cizre kuşatması başladı. Ve tekmil verildi. Silah seslerinin gecenin sessizliğini yırtması ile vahşet günleri başladı. 1990’lı yıllarda devletin ceberut ve zalim yüzünü çok iyi tanıyan Cizreliler, hızlıca üst katları terk ederek, aşağı katlara ve bodrumlara sığındı. Evlerin üst katlarına isabet eden havan topu ve bomba atar mermileri sonucu büyük katliamlar yaşanmamış ise bu alınan tedbirin sonucuydu. Ancak, devlet gözünü her zamankinden daha fazla karartmıştı. “Kendi kendimi yönetmek istiyorum”,  “Ankara’nın katı hegemonyasını kabul etmiyorum” diyerek sistemde devrimci bir kara delik açan bu kent mutlaka cezalandırılmalıydı. Sokakta her canlı vurulmalıydı. Ki öyle oldu. Elektriklerin kesildiği mahalle içerisindeki en ufak ışık huzmesinin göründüğü her ev vurulmalıydı. Cizre, karanlığa ve ebedi sessizliğe gömülmeliydi. Tepede kente nizam vermeye çalışan keskin nişancılar çift gözlü evinin odasında Kuran Kursu hocası Hediye Şen’i vurarak başladılar öldürmeye. Hediye Şen, evinin bahçesindeki lavaboya giderken vuruldu. Çıkmadan önce eşi ile vedalaşan Hediye, cellatlar tarafından her an vurulabileceğini iyi biliyordu… Kabataş’ta ‘kardeşimize saldırdılar’ yalanını atıp kıyamet koparanlar, başörtülü bir kadının bedenini delip geçen 8 kurşunu görmedi. Çünkü, Hediye onların mümini değildi… Doğan Aslan, İbrahim Akhan, Lütfü Aksoy, Yılmaz Erz, Selahattin Bozkurt, Zeynep Yılmaz, Cahide Çıkal, Doğan İşi, Mehmet Tekin, Mehmet Saçan, Dikran Sayaca, Azime Aşan, Ferdi Kalkan, Abdulmecit Yanık, Hacı Özdal, 3 aylık bebek Miray İnce, Ramazan İnce, Hüseyin Ertene ve henüz beş yaşındaki Hüseyin Selçuk vuruldular sırasıyla. Bir de mensubu oldukları halk gibi kimliksiz 3 bebek annelerinin karnın da doğmadan yaşam hakları ellerinden alındı. Ceninleri dahi kurşunlayarak, kefene saran devlet şanına şan kattı! Şen olası Ankara! Bu kent firüzan yüzlü bebeklerine ve çocuklarına canhıraş çığlıkları ile son kez dokundu. Acı ve inancı aynı anda sinesine ekti bu kent… Ama, tepelerde her ölüm ile zafer nidaları atanlar bu kentin umudunu öldüremediler. Cizre direndikçe, onlar çılgınlaştılar…

Cizre’de büyük bir yıkım ve acı var. Ancak,  bütün bu yaşanan zulme rağmen bir mağduriyet kimliği üretilmiyor. Devletin neden bu kente yöneldiğinin farkında. 80’lik yaşlı bir amcanın, “devlet tankı, topu, generali ve on binlerce askeri ile bu kenti kuşatma altına aldıysa demek ki hakikat yolundayız. Yüzlerce yıldır acı çekiyoruz. Bir yüzyıl daha acı çekmeye ve kimliksiz yaşamaya sebatımız yok. Bedel ödemeye hazırız” sözlerinin meali şudur: Kürtler yüzyıl önceki esarete asla artık rücu etmeyecek. Kürtler 20. Yüzyılda kendisine dayatılan ve birçok katliamın, sürgünün ve yıkımın müsebbibi olan statüsüzlüğü bu yüzyılda kabul etmeyeceğini ifade ediyor.

İNCE SİTEM KALIN BİR DUYGUSAL KOPUŞA EVRİLİYOR

Cizre, kendisine karşı başlatılan topyekun saldırıların hendek meselesi olmadığını, Kürdün varlık arayışını ve statü talebini boğma girişiminin olduğunun çok iyi farkında. Yüzyıllık tekçi ulus devlet anlayışına itiraz eden Kürtler bu nedenle direnmekten başka çaresinin olmadığının bilincinde.

Ama Cizre’yi yaşadığı ölümden ve yıkımdan daha da üzen bir şey var. SESSİZLİK. Eskiden Kürdistan’da yaşanan yıkıma karşı kayıtsız kalan Batıya karşı ince bir sitem vardı. Ancak, Cizre ve diğer direniş kentlerinde devletin vahşetine karşı gözünü ve kulağını kapatan Batıya karşı var olan ince sitem kalın bir duygusal kopuşa doğru eviriliyor. Cizreli bir gencin ‘Filistin intifadasına karşı methiyeler dizenler Türkiye’nin İsrailleşmesini neden görmüyor. Gezi’de Kürtler olmasına rağmen ‘niye yoklar’ diyenler bilmeli ki; Gezi’deki direnişin 10 katını bu ceberut sisteme karşı veriyoruz. 6 ayda yüzlerce insanımızı kaybettik. Hani neredeler en çok da onlara güvendik. Ama yalnız bırakıldık’ serzenişi bir kişinin değil bir halkın sitemidir. Kürdün direnişine ortak olmak, Batı’ya kaybettirmez. Aksine bu direniş demokratik, ortak geleceğin en güçlü harcıdır.

Kürtler, menzil-i maksudu olan özerkliğe doğru koşuyor. Bu menzile ulaşmak için her zamankinden daha fazla kararlı. Bu kararlılık olmasaydı hangi güç aylarca bedenlerini tanklara karşı siper edebilirdi. İşte Türkiye Cumhuriyetinin önündeki en büyük hendek iki metreden oluşan çukurlar değil. Asıl hendek Kürdün özgür yaşama iradesidir. Vesselam, bu irade olduğu müddetçe hiçbir güç bu halkı yenemeyecek.

Tac-ı serimiz olan şehitlerimizi minnet ile andıktan sonra usulca aradan çekilip sözü şaire bırakmanın vakti…

“Savrulup duran bir zaman diliminde 
Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler 
Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı 
Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür…”

 

Faysal Sarıyıldız

HDP Şırnak Milletvekili-CİZRE

Kaynak: ANF

CATEGORIES
TAGS
Share This