Londra Kürt Halk Meclisi’nden 1 Mayıs bildirisi
Londra Kürt Halk Meclisi 1 Mayıs İşçi Bayramı dolayısı ile bir bildiri yayınladı. Bildiri de kapitalist modernite sistemine karşı alternatif yaşam ve devrimci komünal bir sistemin inşasının parametrelerine yer verildi.
Londra Kürt Halk Meclisi’nin açıklamasının tam metni şöyle:
*Dünyadaki tüm işçi ve emekçilerin dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs kutlu olsun! Bilindiği gibi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü gibi 1 Mayıs işçi bayramı da; egemen sınıfların sömürgen düzenine karşı Kadınların, işçilerin,köylülerin ve devrimcilerin verdiği direnişlerin kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, devrimciler ve sosyalistlerin mücadele azmi ve kararlılığı sonucu elde edilen kazanımlardir. Yani sosyalistler ve devrimciler açısından bu önemli günler sadece kutlanilacak günler değil aynı zamanda kapitalizme ve her türlü sömürüye karşı devrimci mücadelenin en fazla yükseltilmesi gereken günler olmaktadır..
Tüm dünyayı saran coronavirüs pandemisinden dolayı, sistem karşıtı hareketler ve örgütler olarak sosyalist bir ilke düzeyinde insan yaşamını kutsal görmemiz ve halk sağlığına verdiğimiz değerden ötürü ne yazık ki bu yıl 1 Mayıs’ta alanlarda kol kola, omuz omuza sloganlarımızı haykıramadık, eşit ve özgür bir düzen içerisinde sosyalist bir dünya istemimizden korkan kapitalist egemen sınıfların ve ulus devletlerin bu korkusunu daha da fazla arttıramadık. Fakat bu pandemi her ne kadar özellikle biz emekçileri,ezilenleri, yoksulları daha fazla etkilese de, yaşamlarımızı daha da zorlaştırsa da; ulus devletlerin yıllardır dünyanın her yerinde aynı zihniyetle toplum sağlığını hiçe saydığını, savaşlara,silah endüstrisine,burjuvazinin kar sermaye düzenine milyarlarca dolar para aktarırlarken, insan yaşamını ilgilendiren konularda özellikle de sağlık alanında hiç bir önlemin alınmadığını ve yeterince kaynak sağlanmadığını kanıtlamıştır. Bu zalim düzene karşı bugün dünyanın dört bir yanında kurulan kollektif dayanışma ağları tüm insanlığa umut vermektedir. Bu umut damlacığı; Sosyalist bir topluma ulaşmak ve bu bilinci tüm insanlığa taşıyabilmek için bu kollektif ruhun virüs sonrasında da devam etmesini emretmektedir.
Bu virüsten dolayı yaşamını en çok yitirenler kapitalist sömürü sisteminin “verimsiz” olarak gördüğü yaşlı dedelerimiz, ninelerimiz,teyzelerimiz, amcalarımız, annelerimiz kısacası bir bütün bir toplumun kollektif hafızasını taşıyan insanlardır. Bu sebepten dolayı da ulus devletler -her ne kadar bunu bir kriz ve virüse karşı bir savaş olarak ilan etseler de- ellerindeki tüm imkanları seferber etmemekte ve çözümü ağırdan almaktadırlar. Yine devletler yeterli ölçüde test kiti, maske ve eldiven bile sağlayamadığından dolayı kapitalizmin vahşi düzeni karşısında bu virüs sebebiyle yaşamını yitiren bir çok sağlık ve ulaşım emekçisi bulunmaktadır. Bizlerden çok uzakta farklı bir coğrafyaya baktığımızda, örneğin Kürtlerin, Arapların, Asurilerin,Ermenilerin,Türkmenlerin ve Hristayanların eşit şekilde yaşama imkanı bulduğu Kuzey Suriye’ye Yani Ortadoğu devriminin başladığı ve durdurulamayacağı mekan olan Rojavaya gittiğimizde, Savaş ve sömürü rejimi olan kapitalist sistemin acentaları olan ulus devletlerin vahşi yüzünü daha fazla gösterdiklerine tanık oluyoruz.
Tüm dünyanın gündemi coronavirüs pandemisi iken, geçtiğimiz bir kaç hafta içerisinde Faşist Türk devleti Rojavaya giden suyu keserek 450 bin insanı susuz bırakmış, askeri saldırılarını arttırmış, işgal ettiği Gire sipi’ye ordan burdan topladığı cihatçıların ailelerinde oluşan binlerce yeni kişiyi taşımış, Türk ceza evlerinde bulunan tüm adli hükümlüler coronavirüs affıyla serbest bırakılırken, bazılarının ciddi sağlık problemleri de olmasına rağmen tek bir siyasi tutukluyu dahi serbest bırakmayarak virüs karşısında ölüme terketmiş, Faşist Türk devletinin müttefiği olan Kuzey Irak bölgesel Kürt hükümetinin de desteğiyle BM mülteci kampı statüsünde olan Mahmur bombalanarak üç kadını katledilmiş ve bu kampa yaklaşık 8 aydır uygulanan ambargo daha fazla sıkılaştırılmıştır. Faşist Diktatör Erdoğan ve savaş rejimi tüm bu zalimlikleri yaparken Dünya sağlık örgütü ve BM gibi ilgili kuruluşlar tek bir kelime etmedikleri gibi, Dünya sağlık örgütü, Suriye devletine ve Faşist Türk devletinin işgal ettiği Suriye kentlerine sağlık yardımları yaparken Kuzey Suriye özerk yönetimine ise hiçbir yardımda bulunmamıştır.
Degerli Yoldaşlar ve kardeşler!
22 yıldır bir adada tecrit koşullarında tutsak olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan seneler önce yazdığı özgürlük sosyolojisi kitabında şöyle demişti:
“SADECE TOPLUMSAL YAŞAM DEĞİL,DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM CANLI YAŞAMI TEHDİT ALTINDADIR.
Unutmamak gerekir ki, çevre halkaları milyonlarca yıllık evrimle oluşmuştur. Genelde son beş bin yıllık, özelde son iki yüz yıllık tahribatlar, milyonlarca yılın evrim halkalarından binlercesini koparmayı daha kısa sayılabilecek bu zaman diliminde gerçekleştirmişlerdir.
Kırılış reaksiyonu başlamıştır. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir. Atmosferde başta karbondioksit (CO2) oranı ve diğer gazların yarattığı kirlenmenin, mevcut haliyle yüzlerce, hatta binlerce yıl temizlenemeyeceği öngörülmektedir. Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir. Ama her iki dünyanın da en az atmosfer kadar S.O.S işareti verdiği açıktır. Denizler ve ırmakların kirlenmesi ve çölleşme daha şimdiden felaket sınırlarına dayanmıştır. Tüm belirtiler kıyametin doğal dengenin bozulması sonucunda değil, bir kısım şebekeler halinde örgütlenmiş gruplar eliyle topluma yaşatılacağını
göstermektedir. Elbette bu gidişata doğanın vereceği yanıtlar da olacaktır. Çünkü o da canlı ve zekâlıdır. Onun da tahammül gücünün sınırları vardır. Direnmesini yerinde ve zamanında gösterecek, bu yer ve zaman geldiğinde insanların gözyaşlarına bakmayacaktır. Çünkü kendilerinin yeteneklerine, bahşedilen değerlere ihanet etmekten hepsi sorumlu tutulacaktır. Kıyamet de böyle öngörülmüş değil miydi?
Burada amacım felaket senaryolarına yenilerini eklemek değildir; fakat toplumun mutlaka sorumlu olması gereken her üyesi gibi gerekli sorumlulukla ve varlık nedenimiz olan ahlâki ve politik görev anlayışımızla yeteneklerimiz oranında gerekeni söylemek ve yapmaktır.”
Evet değerli yoldaşlar böyle yazmıştı Demokratik Konfederalizm lideri Abdullah Ocalan. Dünyamızın, sağlığımızın, eşit,onurlu ve özgürce yaşama hakkımızın, bu sömürü sisteminden kurtulmasını ve emeğimizin özgürleştirilmesini gerçekten istiyorsak eğer artık şapkamızı önümüze koyup devlet dışı sosyalist,ekonomik ve ekolojik yeni örgütlenme modelleri üzerinde düşünmemizin zamanı geldi de geçiyor. Unutmayalımki bugün kapitalist devletlerin bile tanımak zorunda kaldığı; ücretli izin kullanma, 8 saatlik vardiya, ücretsiz okul öncesi eğitimi ve kreş hakkı, ücretsiz profesyonel sağlık hizmeti ve Sendikadan onay alınmadan işçi’nin işten atılamaması gibi bir çok hak Ekim Sovyet devrimiyle kazanıldı. Fakat Sosyalizmin insanlığa kazandırdığı tüm bu hakların yanında; bugün doğayı tahrip ederek ve sermaye-kâr-iktidar düzeninin çıkarları için kaynakları orantısız bir şekilde tüketerek, gelecek nesiller açısından yaşamı sürdürülemez bir noktaya getiren endüstriyalizmin; geçtiğimiz yüzyılda sosyalist partiler ve programlar tarafından da ön plana çıkarılıp, ekolojinin ise gündeme alınmaması yeni yol ve mücadele yöntemleri geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Her devlet Paris iklim Anlaşması uyarınca verdikleri sözleri tutsa bile ki bu şu anda olası görünmüyor, önümüzdeki 30 yıl içerisinde küresel ısınma 3C ve 4C arasında olacak. Bu tehlikeli iklimsel kriz; artan insan nüfusu ve sulama suyu, toprak ve polen taşıyıcıların kaybı ile bir araya geldiğinde, dünyayı yapısal açlığa itebilir. Bugün bile, dünyada toplamda gıda fazlası olduğu halde, zenginlik ve gücün eşitsiz dağılımının bir sonucu olarak yüz milyonlarca insan yetersiz beslenmekte, 1 milyara yakın insan içme suyuna dahi ulaşamamaktadır. Tüm bu tehlikeli gidişata rağmen Ulus devletler ve kapitalist burjuvazi; savaş, azami kâr ve güvenlik politikaları yüzünden, bu felaketi önlemek bir yana hazırlanmak için bile neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar.
Böylesi tarihsel kritik bir sürecin yaşandığı günümüzde Kapitalist Modernite ve tüketim toplumuna karşı Abdullah Öcalanın sistemleştirdiği Demokratik Konfederalizmin; devlet dışı demokratik,ekolojik ve sosyalist bir paradigma olarak sosyalist örgütlenmeler tarafından daha fazla tartışılması gerektiğine inanıyoruz.
Değerli işçi ve emekçi yoldaşlar!
Bundan 200 yıl önce bu coğrafyada yaşamış olan, fabrikaları olmasına rağmen kollektif yaşamıyla örnek olan, ütopyan sosyalizm ve kooperatif dayanışmanın kurucularından biri olarak kabul edilen Robert Owen’ın, kapitalist sömürü düzenine karşı biz emekçilerin ilk önce zihinsel bağımsızlığımızı ilan etmemiz gerektiğini söylediğini hatırlatmak istiyoruz. Şunu demek istiyoruz yoldaşlar; toprakla ve üretimle bağımızı kopararak, emeğimize yabancılaşmamıza sebep olan kapitalizme ve endüstriyalizme karşı yeniden yüzümüzü toprağa dönelim, Kapitalizmin “sektörler” adı altında yarattığı suni iş alanlarında sömürülen emeğimize ve nesneleştirilmeye karşı kendi komünal-kollektif iş olanaklarımızı yaratalım, kâr amaçlı değil ihtiyaç odaklı endüstriyel ve ekolojik kentler, kooperatif tarım-köy projelerini her yerde bir an önce başlatabilelim.. Unutmayalım ki; yine bu coğrafyada yaşanan Luddites ve Chartist isyanlarında işçiler ve köylüler, iş makinalarıyla insan emeğinin daha fazla sömürülmesine,daha fazla işsizliğe sebep olan ve işçilerin seçme ve seçilme hakkını yok sayan burjuvaziye ve oligarşiye karşı ilk olarak iş makinalarını parçalayarak isyana kalkmışlardır. Eğer bugün bizler emekçiler olarak kaderimizi ve çalışma olanaklarımızı devletlere ve kapitalistlere bırakırsak bu yaklaşan krizlere hazırlıksız ve örgütsüz yakalanmak anlamına gelecektir.
Dünyadaki Tüm emekçilerin 1 Mayıs emek ve mücadele gününü bir kez daha kutluyor ve mesajımıza Gallerli ütopyan Sosyalist Robert Owen’ın güzel bir sözüyle son vermek istiyoruz:
“İnsan dogasinin tadını çıkarabileceği, tüm mutluluğu sürdürebileceği tek bir mod vardır, her birinin yararına herkesin birliği ve işbirliğidir”.
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Dünya emekçilerinin,halklarının kardeşliği ve Sosyalizm mücadelesi!”