Londra Başkonsolosu, Irkçılık, Bayrak Cümbüşü, Özgecan Ve Cemevi…
Irkçılık insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hastalıklarından birisi olarak yerini korumaya devam ediyor. Bu hastalık dünyaya inanılmaz acılar yaşattı. Bu hastalığın karşısında bazı dünya ülkeleri çok yol aldı. Bu ülkeler çocuklarının bu hastalığa yakalanmaması için eğitim sistemlerine eklemeler yaparak bu sorunu aşmaya çalıştılar. Malesef bazı ülkeler de bunun zıttı olarak, ırkçılığı ilkokullardan başlatarak eğitimin tüm kademelerine yerleştirerek tüm bir toplumun hastalıklı büyümesine neden oldular.
Bu hastalığın rehin aldığı ülkelerden biri olan Türkiye’de, bu hastalıktan kaynaklı tarif edilmez acılar yaşayan Kürt halkının bir ferdi olarak bu hastalık yüzünden mülteci olduğum ülkede bile halen bu hastalığın yaşatılmaya çalışıldığını görmek acı veriyor. Maraş’tan, Dersime, Ağrıya, Sivasa, Zilana ve ülkemin her köyünde katliamlar yaşatan, tecavüz eden, yasaklayan, küçümseyen, kafa kesen, köprülerine caddelerine cellatlarımın ismini veren, hor gören ve yok sayan bir hastalıktır bu…
BOK YİYEREK TÜRK OLDUK!
1989 yılında bizim köyün birkaç kilometre uzağında olan teyzemin yaşadığı Cinibre köyünde bu hastalığa yakalanmış Türk askerleri, köylüleri sıraya dizip BOK yedirirken ben henüz 10 yaşındaydım. O yıllarda hasta Türk devleti insanlara sadece bok yedirmekle yetinmiyordu; insanları sokak ortasında sorgusuzca katlediyor, insanların yuvalarını, köylerini yakarak önünde poz veriyordu, cezaevlerinde tutsaklara yapılan vahşetle duvarları ağlatıyor ve bir halk ‘BEN VARIM’ dedikçe kuduz bir köpek gibi saldırıyordu. İşte benim çocukluğumun hastalıklı devleti böyle tarifi zor bir şeydi. Bu hasta devletin çarkında yaşamamız gereken, görmemiz gereken tufanları gördük ve tüm bu tufanlara rağmen her sabah tufanın tanrısına yeminler ettik, kurbanlık yemini içtik: ‘VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA KURBAN OLSUN’ dedik!!!
Evet böyle bir şeydi işte hastalıklı bir devletin istenmeyen çocukları olmak: Kürt bir Alevi’nin kendi katilinin resmini evinin en değerli köşesine asıp ‘Benim Kurtarıcım’ demesi gibi bir şeydi…
Günler, aylar ve yıllar geçti. Halkın mücadelesi ve direnişi ülkede büyük değişimlerin yaşanmasına neden olsa da hastalık bugünlere kadar geldi. ‘En iyi Kürt ölü Kürttür’den ‘Sizi yaradan dan kaynaklı seviyoruz’ saçmalığına geldi. Onu yaratan Allah bizi de yarattığı için güya seviyormuş bizi, ama bu sevme yine de eşitliği, adaleti getirmiyordu. Yaradana isyan edercesine onun kuluna zulüm etmeye devam ediyordu dönemin FİRAVUNU…
Ve…
Arkamızda nice acılar bırakarak, canımızı kurtarmak adına kaçıp geldiğimiz bu mülteci mezarlığı olan Avrupa’da ülkeden kaptığımız mikrobun illetinden kurtulamadık. Kürtler, dünyaya ‘Turkish kebap’ yedirerek kendilerinin Türk olduğuna ikna etmeye çalışır hale geldi. İsimlerimizin, yemeklerimizin, içeceklerimizin, mahallemizin, derneklerimizin, kahvelerimizin isimlerinin önüne ‘Turkish’ koymak bize müthiş bir haz vermeye başladı. Turkish Restaurant, Turkish Kebap, Turkish Coffee, Turkish Hamam, Turkish Food, Turkish comunity, Turkish Pizza, Turkish Bread, Turkish Barber….. Ve işin acı tarafı bu Turkishli işyerlerinin sahibi Kürt. Çünkü bu Kürt, kebabı, kahveyi, çayı, lokumu, lahmacunu ve ekmeği Türk yapacak kadar körleşen bir devletin terbiyesinden geçmişti. Devlet denen canavar yıllarca ırkçılıkla terbiye etti toplumu ve gerçekten de Lahmacunun, baklavanın, kebabın ve kahvenin Türk olduğuna inandırdı. Zamanında şeyhülislam fetvasıyla Kahveyi yasaklayanların torunları gün gelecek hastalığını kahveye geçirecek ve kahve Türk’tür diyecekti.
BAYRAK DAĞITMANIN TAM ZAMANI!
Irkçılık ve faşizm virüsü mülteci olmak zorunda bırakıldığımız Avrupa kentlerinde de peşimizi bırakmadı. Bir yandan yaşadığımız ülkede mülteci olmanın getirdiği ayrımcılık ve ırkçılıkla yüz yüze kalırken, bir yandan da Türkiye Cumhuriyeti temsilcilikleri aracılığıyla bizi buralarda mülteci eden ırkçılıkla yüz yüze kalırız. Mesela başkonsolos veya büyükelçi bugüne kadar yanlışlıkla bile olsa Kürt kelimesini ağızlarına almamışlardır. Onların iliklerine kadar işleyen faşizm virüsü buna asla müsaade etmemektedir. İşte bu hastalığın bir örneği de bu hafta yaşandı. Türkiye gencecik bir Alevi kızın işidvari bir şekilde vahşice katledilip yakılışına kilitlenmişken, Türkiye Cumhuriyeti başkonsolosu Emirhan Yorulmazlar konsoloslukta kurumunun isminin önünde TÜRK olan tüm kurumları toplayarak bayrak partisi düzenliyor. Bayrak cümbüşünde yok yok!:
AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, AKP milletvekili Nureddin Nebati, İngiltere Ülkücü Dernekler Federasyonu Sıtkı Koçak, İngiltere Türk Diyanet Vakfı Muhammet Kurt, Milli Görüş Derneği Erol Öztürk, Türk Yardımlaşma Derneği Ali Ramazan Tezcan, Luton Türk Eğitim Birliği Atilla Üstün, Batı Trakya Türkleri Muhtar Küçük, Wimbleden Türk Okulu Atilla Abacıoğlu, MUSIAD UK Hakan Camuz, İngiltere Türk Öğretmenler Derneği Mansur Işıkbol, İngiltere Kırım Tatarları Derneği Caner Mülayim, Britanya Türk Kadınları Derneği Maviş Fuchs, Genç Türkler Fidel Çulluoğlu, Türk Yaşlılar Kulubü Süleyman Bozkuş, İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu Dayanışma Grubu Servet Hassan, Avrupa Türk Markalar Birliği Vehbi Keleş, Türk Müziği Korosu Türkan Nalbantoğlu
Ve
Her fırsatta TÜRK olduğunu özellikle vurgulamak için büyük mücadele veren Elbistanlı Türk Ali Bakır…
VE BAYRAK CÜMBÜŞÜNÜN SÜRPRİZİ
İsminin önünde İSLAM ve TÜRK olmayan bir tane de kurum var. Türk devletinin ve şuan iktidarda olan zihniyetin yaşatılmayan acı bırakmadığı Alevi toplumunun önderlerinden birisi de bayrak cümbüşünde yerini almış. Büyük emek ve fedakârlıklarla bugünlere getirilen Alevi toplumumuzun ikinci evi olan Cemevi’nin başkanı Yaşar Demiralay, 23 Nisan’da karnesini ve ay yıldızlı bayrağını almış bir öğrenci gibi kameralara gülümsüyor.
Benim aklım halen almış değil; Bayram değil, seyran değil; bizim yorulmayan Emirhan neden şeker dağıtır gibi bayrak dağıtır? O kadar Türk ve İslamcı kurumun içine neden bir Alevi kurumunu yerleştirir?
Britanya Alevi kadınlar birliği aynı gün ‘‘Özgecan’ın katili sadece onu yakan sapıklar değil, devlettir! Irkçı nutukları ile, tüm kusurları şeytana havale eden, din müfredatı ve eğitim politikası ile T.C. devletinin kendisidir!’’ diye açıklama yaparken ‘sapık devletin’ temsilcisi Emirhan Yorulmazlar Cemevi başkanına neden bayrak ve plaket verir?
Konsolos hazretleri bayrak dağıtırken, kurtuluş savaşından zaferle çıkmış bir edayla; ‘‘Görevimizde bir sloganımız vardı. Türk bayrağının olduğu her yere gitme hedefi koymuştuk. Bugün İngiltere’nin farklı bölgelerinden gelen dernek temsilcilerimizin dalgalandıracakları bayrakları temin ederek bu hedefimizi de genişletmiş oluyoruz’’ diyor. Ve bu bayrak Alevilere yaşattığımız tüm acılara karşı perde olacak. Ve bizler artık bu bayraklı perdelerden Özgecanlara uygulanan vahşeti göremeyeceğiz.
Britanya Alevi Kadınlar Birliği yaptığı açıklamanın sonunda yer alan cümle ile bitirelim: ‘Özgecanların Işığı Sönmeyecek!’
Dağıttığınız o bayraklar bu ışığı örtmeye yetmeyecek…!
ARAS ARARAT-LONDRA
FOTOLAR: eurovizyon.co.uk