Kansoy: Bir Gün Önce Röportaj Yaptığınız Kişinin Diğer Gün Ölüm Haberini Yazmak Zor Bir İş

Kansoy: Bir Gün Önce Röportaj Yaptığınız Kişinin Diğer Gün Ölüm Haberini Yazmak Zor Bir İş

Reqa! Çağımıza ait olmayan barbarlar ordusu DAİŞ’in 2014 yılında başkent ilan etmesinden sonra çoğumuz duyduk ismini. DAİŞ’in vahşetine belki de en uzun süre tanıklık eden kentlerden birisi. Şeriat kanunları adı altında insanların günlük yaşamının işkenceye çevirildiğ, çağdışı kurallar, zulüm ve katliamlarla, tanımlanması zor acılara tanıklık eden bu kentte üç aydır amansız bir savaş yaşanıyor. YPG ve YPJ öncülüğündeki QSD güçleri Reqa kentini DAİŞ’ten geri almak için başlattığı Cenga Mezin hamlesi (Büyük Savaş) yavaş yavaş sona doğru geliyor.

Büyük Savaş’ın devam ettiği DAİŞ’in kalbi sayılan kente gazetecilerin ulaşması kolay değil elbette. Bazı batılı gazeteciler ön cepheye dahi varmadan geri dönmek zorunda kalıyor. Tüm dünya yerel gazetecilerin çektikleri görüntüler ve geçtikleri haberler üzerinden Reqa’dan haberdar oluyor. Böylesi bir dönemde muhabirimiz Erem Kansoy Reqa’ya giderek, iki buçuk ay boyunca en ön cephelerden haber geçti, görüntüler paylaştı, büyük savaşı kamerasıyla tarihe not etti. Muhabirimiz Kansoy ile Reqa’da geçirdiği iki buçuk ayı konuştuk.

Ölümün kol gezdiği topraklara gittiniz. ‘Meslek aşkı’ dediğimiz olgu yeterli mi bu durumu tanımlamak açısından?

‘Meslek aşkı’ sadece bir kıvılcım. Savaş muhabirliği mesleğine, aşık bir çok gazetecenin pratikte çalışmak istediği bir alan. Savaş bölgelerindeki yüksek tansiyon, olanaksızlıklar içerisinde yoktan var etme, en zor ve ağır yaşam koşullarında üretebilmeyi ancak bu mesleğe aşık olursanız yapabilirsiniz. Uzun yıllardır hep örneklendirdiğim gibi, ‘bu mesleğe aşık değilseniz yapamazsınız.’ Ölümün kokusunu her an alabildiğiniz, mermilerin bazen sizi hedef aldığı bazen de etrafınıza havanların yağdığı benzersiz ve sıradışı bir ortamda en iyi görüntüleri almak, gözlem yapmak, haberler hazırlamak, internet erişiminin neredeyse dakikalarla kısıtlığı durumunda haberinizi en hızlı şekilde geçmenin tadına birkez vardınız mı ‘mesleki aşkınızı’da hakikatiyle yaşıyorsunuz.

Özellikle, tarihsel bir geleneğin bir parçası olmak, Rojava devrimi gibi dünyaya örnek olan ve dünyayı aslında daha yaşanır bir yer kılan Kürt halk mücadelesine buralarda yaşananları dünyaya duyurma çabasıyla insanlığa da bir el uzatmak, beni cephelere götürüyor. Meslek aşkı ve mesleğimi icra ederken insanlığa faydalı olabilme çabası ile tarihsel bir mücadelenin bir parçası oluşumun harmanlanması beni ölümün fink attığı Reqa mevzilerine götürdü diyebilirim.

Yolculuğunuz nasıl geçti? Reqa’ya ulaşmak kolay oldu mu?

Reqa, Suriye’nin kuzeyinde en büyük şehirlerden biri. Suriye son 6 yıldır DAİŞ cehaletinin kara bulutları altında olduğu için buraya uçak seferleri durdurulmuş durumda. Bölgeye en yakın havayolu ile ulaşabileceğiniz ülke Irak. Bildindiği üzere, Kürt ve Arap halkları DAİŞ’e karşı verilen son 6 yıllık mücadelede dünya devletlerinin de Türk faşizmine ayak uydurması ile ciddi bir ambargo altında bırakıldı. Suriye, Irak, Rojava, İran’a kadar uzanan karayollarını aslında kullanarak Ortadoğu’da büyük şehirlere çok kısa sürelerde ulaşmanız mümkün. Fakat KDP yönetimindeki bölgelerden Kürt basınında çalışan gazetecilerin artık bırakın geçişini giriş yapması dahi neredeyse olanaksız.

Erem Kansoy-Reqa

Havayolu ile Irak’a ulaştıktan sonra, Suriye sınırının önceden belirlenmiş bölgelerinden saatler süren yaya yolculuğun ardından Rojava’ya ulaşabiliryorsunuz. Aslında Zaxo yakınındaki Simelka sınır kapısından 2 dakikalık bir bot yolculuğuyla Dicle nehrinin karşı tarafında bulunan Rojava’ya geçebilirsiniz. Ancak uzun bir süredir Rojava’ya dönük çok şiddetli bir ambargo uygulanıyor ve gazeteciler de dahil olmak üzere kimsenin geçişine izin verilmiyor. Bu yüzden de yolculuk uzun saatler sürüyor, tüm ekipmanınızı ve kişisel ihtiyaçlarınızı sırtınızda topladığınız yaklaşık 20 kiloluk çantada saatlerce taşımanız gerekiyor. Bu uzun yürüyüşe başka bir gazeteci arkadaşım gidiş yolunda bana eşlik etmişti. Yolu tamamladığımızda bir an dönüp bana şöyle demişti: ‘Çektiğimiz eziyete, düştüğümüz bu duruma bak, kendi ülkemde -Kürdistan’da- korku içinde hareket ediyorum.’ Evet gerçekten tüyler ürpertici, yürüdüğünüz yolda bölgeyi kontrol eden Peşmerge size ateş açabilir veya pusu kurup tutuklayabilir.

Zahmetli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Reqa’ya vardınız. Bize biraz da Reqa şehrini anlatır mısınız? Nasıl bir şehir, kimler yaşar, ne kadar büyük, coğrafik konumu, jeopolitik, siyasi önemi?

Reqa her yönüyle önemli bir şehir. Önemli olmasının başında İslamiyet’in en eski şehirlerinden biri olması geliyor. Reqa sakinlerinin neredeyse tamamı Arap. Kürtler de var fakat burada sadece Arapça konuşuluyor. Şehrin nüfusunun savaş başlamadan önce 1milyona yakın olduğu söyleniyor. Coğrafi konumu ise hem yaşayanlar hem de burada savaşan güçler için çok önemli. Fırat nehrinin devasa bir kolunun şehrin etrafında geçmesi ile bölgede nufüsün büyük bölümü tarım hayvancılık üretimi ile geçimini sağlıyor, şehir aslında ülkenin kuzey merkezi. Konumu itibarıyla ile de Reqa özellikle petrol yatakları ile ünlü Deyr El Zor kentine açılan kapı, doğal kaynakların çevrelediği ayrıca yerel halkların ticarette ve sosyal yaşamda merkezleştirerek yaşam sürdüğü Reqa kenti tam da bu sebeple aslında askeri güçler içinde büyük bir stratejik öneme sahip.

Reqa tam bir çarpık kentleşme örneği, fakat kendi içindeki düzensizlikten bir düzen doğurmuş. Tarihi surlar bölgesinde sanayicilik, şehir etrafında tarım ve hayvancılık ile şehir merkezinde pahalı ve lüks binaların varlığı göze batarken şehir merkezinden uzaklaştıkça binalar evler küçülüp, eskiyor. Şehir merkezinde dip dibe dar yolların ayırdığı 3-4 katlı apartmanlar ile yine eski Reqa diye bilinen merkezde de eski yapıtları görmek mümkün. Reqa öyle bir şehirki her yanı tarihi eserlerle dolu, nereye baksanız bir tarihi eser görebiliyorsunuz ve şehrin ruhu size bunu yaşatıyor. Fakat şuanda benim şahit olduğum şehrin doğu cephesinde ciddi bir yıkımın yaşandığı.

Reqa’dan yeni döndünüz. Oradaki son durumu bize biraz anlatır mısınız?

Reqa diğer hamlelerden farklı olarak bir şehir savaşıydı. YPG-YPJ öncülüğünde QSD güçleri ayrıca koalisyon güçlerinin de hava desteğini alarak Reqa’ya yaklaşık 3 ay önce köylerinden başlayan ‘büyük cenk’ adında bir operasyon başlatılmıştı. Sık sık savaş koordinesinden bilgi alıyordum. Planlamaya uygun gidiliyor mu veya bir aksaklık var mı? sorularını yöneltiyordum. Gün gün aksilikler yaşansa da planın hedefinden genel çerçevede sapılmadığını görmek mümkün.

Şuan da şehrin yüzde 80’lik bir bölümü DAİŞ’ten kurtarılmış durumda. DAİŞ çeteleri yinede bu bölgelerde zaman zaman, daha önce kazdıkları tüneller aracılığı ile intihar saldırıları girişimlerinde bulunabiliyor. Özellikle kentin kurtarılan bölgelerinde temizlik operasyonları da hızlandırılarak devam ediyor.

QSD güçleri dediğimiz zaman içerisine yerel güçler de dahil oluyor. Yani Menbic, Musul, Heseke, Derik, Dırbesiye’den tutunda Arap coğrafyasında demokrasi arayan ve DAİŞ’e karşı savaşan her kesimden savaşçıları barındırıyor, buna ek olarak da YPG ve YPJ güçleri askeri tecrübeleri ile de QSD güçlerine saldırı operasyonlarında öncülük ediyor. Farklı dilller ve farklı ırkların omuz omuza hem DAİŞ cehaletine karşı hem de demokratik özgür bir yaşamın inşası için mevzilerde çatıştığını görmek benim için en anlamlı deneyimlerden biriydi.

Çektiğiniz bir fotoğraf karesinde, Ezidi, Suryani, Kürt ve Arab kadın savaşçılar omuz omuza size gülümsüyorsa hissetiğiniz tekşey güzel bir geleceğin devrim getireceği ve Ortadoğu topraklarında halkların nasıl faşizmin karşısında durabileceklerinin göstergesidir.

Kaldığınız süre içerisinde size en çok zorlayan şey ne oldu, ne gibi zorluklarla karşılaştın?

Reqa doğu cephesinde savaşın en sıcak yaşandığı mevzilerde toplam 75 gün kaldım. Mesleğinize aşkınız gözünüzü kör ediyor. Çok ağır yaşam koşullarını, işinizi düzgün yapabilmek için görmezden geliyorsunuz. Zaten bu koşulları kaldıramayan gazeteci arkadaşlar ya yol yakınken geri dönmüş ya da oraya hiç gelememişlerdi. Kıyafetlerinizi yıkamanız yada değiştirmeniz nerdeyse olanaksız, banyo yapmak en büyük lükslerden biri, sıcaklığın 50 derecenin altına düşmediği günlerde soğuk içme suyu bulmak ise hazine aramak gibi bir şey. Gece uykuları sadece birkaç saat ve üzerinize sivri sinekler üşüşmüş halde… Yatacak temiz bir sünger yada başınızın altına koyacak bir yastık yok.

Koşullar gerçekten çok ağır fakat bu yönü değil de beni en çok zorlayan tarafı, gün içerisinde şakalaştığımız bir tas pilavı dahi paylaştığım savaşçıların ölüm haberini yapmaktı.

Ordayken ve döndükten sonra yaptığımız sohbetlerde, yaşadığın tehlikeli anlardan da bahsetmiştin. Ölüm ile yaşam arası ince bir çizgide kaldığınız çok oldu. Bu tür koşullarda bir gazeteciyi motive eden temel şey nedir?

Defalarca ölümle karşılaştım. İnce çizginin belirleyicisi aslında sizsiniz. Savaş muhabirliği aslında sadece kurşunların sıkıldığı çatışma anlarında görüntü almakla olmuyor. İlk yardım bilmelisiniz, mayınları tuzakları tanımalısınız, bir keskin nişancının stratejisini anlayıp kaçış yolunuzu belirleyecek kadar deneyimli olmanız gerekiyor, ya da havan düştüğünde ne yapmalısınız? bunları bilmek bazen hayati önem taşıyor. Beni mevzilerde ölümle yüzleştiğimiz her anda motive eden şeyler: Daha yapacak çok işimin olması. Daha yazacak çok haber, çekecek çok fotoğraf ve sesi olmam gereken bir toplumun olduğunu bilmek beni ben yapan, motive eden esaslardı. 75 günün ardından, daha da fazla çalışmak ve üretmek adına tek parça olarak geri dönmeyi başardım.’

Raqqa

Bir gün önce röportaj yaptığınız, ya da oturup sohbet ettiğiniz, aynı sofrada yemek yediğiniz savaşçılar ertesi gün yaşamlarını yitirdiler, tekrardan haberini yapmak zorunda kaldınız, o anki duygularınız ne oluyor?

Çoğu insan bu mesleği icra edenlerin duygusuz ya da duygularının köreldiğini düşünüyor. Fakat her meslekte olduğu gibi ben önce insan olunması gerektiğini söylüyorum hep. Özellikle tanıdığınız veya selamlaştığınız ya da oturup bir çay içtiğiniz, röportaj yaptığınız bir savaşçının saatler sonra cansız bedeniyle yüzleşmek ya da yanınızdayken son sözünü bile söyleyemeden can vermesi yüreğinizde derin yaralar açıyor. Yine de işinizi yapmaya devam ediyorsunuz, tam da bu yüzden savaş muhabirliği ve gazeteciliğe aşık değilseniz yapamazsınız diyorum. Eğer nefesiniz bir an kesilir veya tek bir saniye dahi gözleriniz dolarsa yeriniz orası değil anlamına geliyor. Bu tarz anlarda sadece yapmam gerekeni yapıyorum.

Elbette belirtiğim gibi herşeyden önce insanız, bu yaşadığım tecrübeler daha farklı boyutlarda daha farklı zamanlarda duygusal yönüyle açığa çıkmıyor değil. Örneğin Avrupa’daki günlük yaşantımda bir parkta babası ile oynayan bir çocuk ya da el ele sevgiyle tutuşan genç bir çift gördüğümde zaman zaman göz yaşlarımı tutamadığım oluyor.

Çok ciddi bir savaş alanından babsediyoruz, savaş uçakları, keskin nişancılar, İHA’lar, mayınlar, canlı bombalar…. Ve bu ateşin ortasında halen yaşayan siviller de var. Kurtarılan bazı sivillerle de karşılaştınız. Bize biraz sivillerin yaşamından bahsedebilirmisiniz?

Reqa’da sivillerin büyük bölümünü Arap halkları oluşturuyor. Reqa’daki sivil yaşamı, çöl yaşamının şehir yaşamına adapte olmuş hali diyebiliriz. Daha öncede bahsettiğim gibi Reqa çok eski bir İslami geleneğe sahip bir şehir, dolayısıyla şehrin sakinleri İslami kurallara göre sosyal yaşamlarını sürdürüyor.

Kurtarılan siviller özellikle önce ilk yardım noktasına götürülüp burada yaraları varsa sarılıyor. Ardından yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılanıyor, QSD güçleri tarafından belirlenen güvenlikli noktalarda barındırılıyor. Hamle süresince şehirde ne elektrik ne de su bulmak mümkün değil, dolayısıyla sivillerin içerdeki yaşantısının ne kadar ağır koşullarda olduğunu tahmin edebiliyoruz. Çıkarılan bazı sivilerle yaptığımız reportajlarda edindiğim bilgi doğrultusunda, şehir sakinlerinin belkide yüz yıllarca unutamayacağı yaraları DAİŞ esaretinde kaldıkları son 4-5 yıl içerisinde aldıklarını açıkca söylemeliyim.

Kaldığınız süre boyunca mutlaka çok fazla unutamayacağınız anılarınız olmuştur, bunlardan en çok unutamadığınız anınızı okurlarımızla paylaşır mısınız?

Reqa’da geçirdiğim her an kalıcı etkiler bıraktı bende. Fakat bu soru her yöneltildiğinde nedense aklıma Heval Amara geliyor. Derikli genç kadın bir savaşçı, taburunun en genç üyesi. Orada bulunduğum ilk 36 gün hemen hemen her gün onun taburunda ve mevsizinde bolca zaman geçirmiştim. Ekmeğini suyunu benle her zaman paylaşıyor, yol göstericiliğimi hatta korumalığımı bile yapmışlığı oluyordu. Kürtçe bilmememe rağmen bir yolunu bulup anlaşıyorduk. Her zaman yüzünden eksik olmayan gülüşü her gittiğimiz noktaya pozitif bir enerji getiriyor diğer arkadaşlarımızı da güldürüyordu.

Bir gece yine ilk yardım noktasında beklerken, zırhlı araç uzun korna çalarak yaklaştı, içerisinden arkadaşları Heval Amara’yı çıkarıyordu, ayakları kan içinde baygın ve gülen gözleri kapalıydı, o anı asla unutamam. Amara’ya yapılan ilk müdahalenin ardından bir kurşunun ayağına isabet ettiği anlaşıldı, cephenin doktoru daha kapsamlı bir ameliyat gerçekleştirerek, kurşunu çıkardıktan saatler sonra Amara kendine gelip gözlerini açtığında benim kuşkulu bakışlarım gözünü alan ilk şey oldu ve gözlerime bakarak yine gülümsedi O anda derin bir nefes alarak içimin rahatladığını hissetiştim. ‘Amara’nın gülüşü’ başlıklı haberim de buradan çıkmıştı.

Üç aya yakın bir süre savaş bölgesinde kaldın, Londra’ya geri döndüğünüzde ilk hissettiğiniz ne oldu?

Londra’ya ilk geldiğim anda ciddi bir yabancılık hissettim, belki de sayfalara dahi sığdıramayacağım tarifi zor bir yabancılık. 9 yıldır yaşantımın devam ettiği bu şehir bomboşmuş gibi, buradan gitmeden önce beni çok rahatsız eden polis ve ambulansların siren seslerini sanki artık duymuyorum gibi…

Elbette burada özlediğim dostlarım, yoldaşlarım olması benim için çok önemli, aksi takdirde görev yerimi bırakmak istemiyordum. Bir gazetecinin yaşamı haber yapmakla renklenir, Londra’da da bu renklere renk katmaktan çok mutluyum fakat savaş bölgelerindeki zorlu görev alanında da kendimi daha verimli hissetiğim için elbet kapitalizmin başkenti Londra bazen kısa süre de olsa daralmalara neden olmuyor değil.

Mesleki açıdan sizce bu kadar riskli bir yolculuk yapmaya değdi mi? Mesleki bir doyum oldu mu?

Mesleki açıdan bu kadar riski göze almak benim için aslında meslek yaşantımda yine çıtayı bir daha yükseğe çekmek anlamına geliyor. Tam anlamıyla aslında değdi ve daha ağır, daha riskli koşulları kaldırabileceğimi artık biliyorum, bu da beni mesleğimi daha iyi yapmaya daha çok üretmeye itiyor.

Böylelikle insanlığa da daha da faydalı olabileceğimi düşünüyorum, Reqa tecrübesi hem bir doyumu hem de yeni bir açlığı getirdi diyebilirim, ölümün dibinde mermilerin sesini yanından geçen bir arıya benzettiğiniz, havanların davul tokmağına dönüştüğü, ve cesur savaşçıların halaylarla ölüme gidebildiği daha sert dahada zorlu koşullarda her haberi ve görüntüyü en hızlı ve en doğru şekilde dünyaya duyurabileceğimi söyleyebilirim.

CATEGORIES
TAGS
Share This