Kadına şiddet dönemsel değil, stratejiktir

Kadına şiddet dönemsel değil, stratejiktir

 

 

 

 

 

TJK-E Dönem Sözücüsü Rabia Baldemir, erkeğin, devletlerin kadına ve çocuklara yönelik  sosyal ve toplumsal politikalarını değerlendirdi. Baldemir, örgütlü kadın yapısına dönük saldırıların dönemsel değil stratejik ve ideolojik olduğunu söyledi.

Kadına, çocuğa ve bir bütün toplumsal değerlere eril zihniyetin ve kapitalizmin saldırıları arttı. Toplum kırım ve kadın kırımı insanlık değerlerinde bir erozyona neden oluyor. Korona gibi insan eliyle yaratılan hastalıklar toplumu hem ruhsal olarak tüketiyor hem de fiziki oluyor. Ama toplum en çok da kültürel, ahlaki ve vicdani çürütülerek tüketiliyor. Bu çürümüşlük kendini kadın ve çocuğa yönelik davranışta açığa vuruyor.

2020 yılının sorunlarını devrettiği 2021 yılında da sürüp giden, kadın ve çocuğu derinden etkileyen sorunları TJK-E Dönem Sözcüsü Rabia Baldemir’e yönettik.


Geçtiğimiz yıl açısından genel olarak Avrupa’da kadınların yaşadığı sorunlar nelerdi?  Siz  Kadınlar sorunlarıyla nasıl başa çıktı, çıkıyor?

Dünyanın neresinde olursak olalım, kadınlar olarak yaşadığımız ortak sorunlar var. Ülkelerin gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak kadına yönelik erkek şiddeti, ayrımcılık, cinsiyetçilik bir sistem ve zihniyet meselesi olarak karşımıza çıkıyor. 

Avrupa, kadınların ve genel olarak toplumsal mücadelenin önemli kazanımlar elde ettiği bir coğrafya. Ancak burada da kadınlar olarak ciddi sorunlar yaşıyor, erkek egemen sistemin saldırılarına maruz kalıyoruz. 

Örneğin Avrupa’nın birçok ülkesinde sanki kadınlar ve erkekler arasında her türlü eşitsizlik ortadan kalkmış gibi emeklilik yaşında “eşitlemeye” gidip kadınların emeklilik yaşları arttırılıyor. Daha geçtiğimi aylarda İsviçre’de böyle bir pratik yaşandı. Üstelik bizler Avrupa’nın pek çok ülkesinde hala eşdeğer iş yaptığımız erkeklere göre yüzde 20-30 daha az kazanıyoruz. Sistem burada eşitlik sağlamak yerine kadınların emeklilik yaşını arttırıyor.

Salgın sürecinde kadınlara yönelik hem kamusal alanda hem ev içinde ekonomik, psikolojik, fiziki saldırılar arttı. Pek çok iş kolunda salgın bahane edilerek işten çıkartmalarda kadınlar tercih edildi. ILO rakamlarına göre 2019-2021 arasında dünya genelinde erkeklerin işsiz kalma oranı yüzde 3 iken, bu oran kadınlarda yüzde 4,2 oldu. Avrupa, dünya ortalamasına göre daha iyi durumda olsa da, burada da işten çıkartmada tercih edilen öncelikle bizler olduk. Avrupa’da her bin erkek çalışandan 19’u işsiz kalırken her bin kadın çalışandan 25’i işsiz kaldı. Buna kadınların genel istihdamındaki düşüşünü de eklersek durum daha da net anlaşılır.


Peki tüm bu yaşananlar kadına nasıl yansıdı? 

Bu süreçte kadın emeğinin en çok değersizleştiği alan ev içi oldu. Salgından dolayı eve kapanan çocukların, erkeklerin iş yükü de ağırlıklı olarak bizlerin sırtına yüklendi. Bu süreçte ücretli çalışmaya devam edenler arasında ise ağırlıkla kadınların çalıştığı sektörler (hemşirelik, hasta bakıcılık, marketler, vs.) en ağır iş koşulların olduğu sektörler oldu.

Geçtiğimiz yıllarda kadına yönelik erkek şiddetinin de tırmandığını, tacizlerin, tecavüzlerin, katliamların arttığını istatistiklerden görebiliyoruz. Avrupa’daki kadın sığınma evlerinde yer kalmadığı haberlerini medyadan sık sık okuduk.

Bunun yanı sıra devletler de kazanımlarımızı kısıtlamaya, mücadele ederek kazandığımız özgürlüklerimizi geriletmeye çalıştılar. Sadece Türkiye’deki faşist, cinsiyetçi Erdoğan iktidarı değil, Macaristan, Polonya, İrlanda, Almanya, İsviçre ve daha pek çok Avrupa ülkesinde de kadının aleyhine uygulamalar devreye sokuldu. Halen de bu çabalar devam ediyor. Örneğin Polonya kürtajı yasaklandı. Macaristan ve İrlanda’da kürtaj yasaklanmak istendi. Faşist Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’ni feshetti ama pek çok Avrupa ülkesi de Sözleşme’nin hükümlülüklerini tam olarak yerine getirmedi. Cinsiyetçilik, LGBTİ’lere karşı nefret suçu ve saldırıları arttı ve bu devam ediyor.

Bu süreçteki gözlemlediğimiz en ağır durumlardan biri de ensest ve çocuk tecavüzlerinin artması oldu. Salgında evden çalışmanın devreye girmesi ile beraber resmi rakamlara göre çocuk tecavüzü ve ensest olaylarında yüzde yirmi artış yaşandı. Kayıtlara yansımayanları tahmin etmek bile etmek istemiyorum, çok acı verici.

Kadınların mücadelesini nasıl gördünüz?

Bu dönemde kadına yönelik çok yoğun bir saldırı vardı. Bu saldırılara karşı sessiz kalmadık ve muhteşem direnişler gerçekleştirdik elbette. İrlanda’da, Polonya’da, Macaristan’da, Türkiye’de ve Kürdistan’da cins kırımı saldırılarına karşı çok güçlü direnişler sergilendi.

Kadınların bu büyük direnişinden de anlaşılacağı gibi  öncelikle erkek egemen zihniyete karşı kendi iç birliğimizi ve örgütlenmemizi sağlamalı, ardından da geniş toplumsal kesimleri harekete geçirecek bir perspektifle hareket etmeliyiz. Eğer biz örgütlü değilsek, dışımızda kimseyi harekete geçmeye, haklar ve özgürlükleri için mücadele etmeye ikna edemeyiz. Kazanımlar da ancak örgütlü, sürekli ve tüm kadınların çıkarlarını gözeten bir mücadeleyle geliyor.   

Bu noktada Kürt kadınlarının, mülteci kadınların hangi sorunları öne çıktı?

Evet, Avrupa’da bir de mültecilik durumumuz var. Mülteci olmak başlı başına bir sorun. Bu yollarda sayısız insan kayboldu ve halen kayboluyor.  İnsanlar en sevdiklerini, yakınlarını kaybediyor. Bunun en yakıcı örneği Belarus sınırında yaşananlardır. Her şeyden önce yerinden, yurdundan, sevdiklerinden, kültüründen oluyorsun. Kadın olmanın getirdiği zorluklar var yol boyunca taciz, tecavüz her alanda. 

Bunun yanı sıra savaşın getirdiği şiddet ve yoksulluk da en çok kadınları vuruyor. O yollarda elde-avuçta ne varsa veriyorsun.

Bununla beraber gittiğin her yer sana yabancı, sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz. Dil sorunu, kültür farklılıkları, kadın olmanın verdiği yüklerden, çocuk bakımı, ev işleri gibi, hayata katılamama, kendini geliştirmeme, eğitime devam edememe, öz güven kaybı gibi travmalar oluyor. Bütün bunları karşı mücadele etmek istediğinde ise geldiğin ülkenin dilini, hakkını, hukukunu, işleyişini bilmemek büyük bir bariyer oluşturuyor.

Mesela salgın döneminde tüm kadınların yükü arttı ancak mülteci kadınların yükleri katbekat arttı. Ev içi şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, taciz, ensest, tecavüz, emek sömürüsü bu süreçte ayyuka çıktı. 


Bu konuda TJK-E olarak nasıl bir çalışma yürüttünüz? 

TJK-E olarak bu süreçte hem genel kadın mücadelesinin parçası olmaya hem de Kürt kadınlarını yalnız bırakmamaya çalıştık. Birçok yerde kadınlara destek grupları oluşturuldu.  Başta Kürtçe ve Türkçe telefon danışmanlık hatları açıldı. Kurumlarda ve derneklerde dil kursları verildi. Salgın sürecinde artan erkek şiddetine karşı pek çok kentte eylemler düzenledik. Kampları ziyaret ettik ve psikolojik destek sağlanmaya çalışıldı.

Kürt kadın hareketi her yıl bir kampanya ile 25 Kasım’a giriş yapıyor ya da bir kampanya çerçevesinde etkinlik düzenliyor. Geçtiğimiz süreçteki kampanyanın konusu ne idi? 

Ortadoğu savaşların merkezi ve Kürdistan coğrafyası ve kadim halkı da bu cenderenin içerisinde. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt Kadın Hareketi, eşit ve özgür bir yaşamı savunuyor. Savunduğu bu değerleri inşa etmeye çalışıyor. Rojava Kadın Devrimi bunun en somut örneğidir. Bu nedenle kadınlar daha çok hedef alınıyor. Bu süreçte DAİŞ çetelerinin ve sömürgeci, işgalci devletlerin saldırılarına baktığımızda en iğrenç, en aşağılık saldırıların kadınlara yönelik yapıldığını görüyoruz. DAİŞ çetelerinin Ezîdî halkımıza saldırırken öncelikle kadınlara hedef alması ve köle pazarlarında satması tesadüf değildir. Efrîn’de kadınların kaçırılması, tecavüze uğraması da bu kirli politikaların bir parçasıydı. Yine Türk devletinin kadınlara dönük sistematik bir saldırısı var. Kadınları fuhuş tuzağına düşürmek için askeri, uzman çavuşu, polisi, korucusu tam bir suç şebekesi durumunda. AKP zihniyeti oluşumundan günümüze kadar en fazla oynadığı ve özel savaş politikalarını geliştirdiği kesimlerin başında kadınlar gelmektedir. Kırk yıllık kadın özgürlük mücadelesi ve yaratmış olduğu gelişmelerin toplumsal değişim ve dönüşümde belirleyici bir rol oynaması, Ortadoğu ve dünya çapında etkileyen bir duruma gelmesi, bin yıllardır oluşturulan cinsiyetçi topluma ve eril zihniyeti önemli oranda geriletip darbelemesi Kürt kadınlarını faşist Türk devletinin hedefi yapmıştır. Yani kadınlar öncelikli hedef seçilmiştir.

Geliştirilen cinsiyetçi politikalara karşı direnen, tutum alan ve kadına özgürlük alanları açma mücadelesi veren örgütlü kadın yapılarına dönük geliştirilen bu saldırılar, tamamen cinsiyetçi politikalara alan açmak amacındadır. Bunun için kadına yönelik uygulanan baskı ve şiddet dönemsel değil, stratejik ve ideolojiktir.

Bu politikaların merkezi faşist AKP-MHP iktidarı ve diktatör Erdoğan’dır. Özellikle Kürdistan’da ve Türkiye’de AKP-MHP faşist iktidarın kadın bedeni üzerinden yürüttüğü bir politika var. Sadece gerici İslam değil, militarist ve paramiliter güçlerin kadınları kaçırma, tecavüz etme, ölüme sebebiyet verme, intihara sürükleme, zorla para karşılığı satma, köleleştirme, hiçleştirme, çocuk yaşta evlendirmenin yasallaştırılması, kadın cinayetlerinin resmen teşvik derecesinde cezasız bırakılması, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede tek adamın imzası ile çıkılması ve nasıl olsa ceza almayacağı için hiç tanımadığı bir kadını kılıçla öldürenlerin ülkesi haline getirildi. 

Bu temelde geçen yıl 25 Kasım’da başlatmış olduğumuz “Erdoğan Yargılansın Kadın kırımı tanınsın!” kampanyamızı 8 Mart’a kadar enternasyonal bir dayanışma ile sürdürdük ve ikinci aşamasını da 23 Ekim’de İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleştirdiğimiz basın açıklaması ile topladığımız imzaları BM’ye ilettik. 

Peki bu yıl ki kampanyanız nedir?

Bu yıl da “Diktatörün yargılanması için 100 Neden” kampanyamız kapsamında Kürdistan’da kadınlara dönük işlenen her türlü suçu ortaya çıkarmak ve faillerinden hesap sormak için çalışmalarımızı yürüteceğiz. Özellikle de Paris Katliamı’nın aydınlatılması ve suçluların cezalandırılması, yine Efrîn’de yaşanan kadın kırımına karşı dünya çapında ortak bir mücadele ağının oluşturulması için çalışmalarımız olacak.

Bu yıl bizler için bir diğer önemli nokta ise Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için başlatılan hamleye öncülük edilmesidir. “Tecrite, işgale, faşizme son, özgürlüğü sağlama zamanı” şiarıyla başlatılan Önderlik Hamlesine Avrupa Kürt Kadın Hareketi olarak “Kadın Kırımına Karşı Özgür Kadın ve Toplumu Savunma Zamanı” şiarıyla her alanda öncülük düzeyinde katılım sağlıyoruz. Kürt kadınları olarak, “Önder Apo’nun özgürlüğü bizim Özgürlüğümüzdür!” şiarıyla bu sürece öncülük edeceğiz. Aynı zamanda, kongremizde aldığımız karar çerçevesinde ‘Her Kadın Örgütlenmeli, Örgütlemelidir’ şiarıyla başlattığımız örgütlenme seferberliği kampanyamız var ve bu kampanya yıl boyunca devam edecek.

Gerçekleştirilecek 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik şiddetle Mücadele Günü’ne TJK-E olarak hangi taleplerle gideceksiniz? TJK-E’nin 25 Kasım planlamasında neler var?

Bu yıl 25 Kasım’a “Kadın Kırımına Karşı Özgür Kadın ve Toplumu Savunma Zamanı” şiarıyla gidiyoruz.

Tüm dünyada ve özellikle Kürdistan coğrafyasında çok sıcak gelişmelerin yaşandığı bir dönemde 25 Kasım’ını karşılıyoruz. Kadın özgürlüğü lehine sağlanan kazanımların korunması ve büyütülmesi için varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesinde kadınların örgütlü mücadelesini büyütmek, soykırım saldırılarına verilecek en büyük cevap olacaktır. 

Bizler Avrupa Kürt Kadın Hareketi olarak güçlü bir tarihsel mirasa sahibiz. Bizler, “Mademki kadınlara giyotine çıkma hakkı tanınıyor, kürsüye çıkma hakkı da tanınmalı” diyen Olympe’nin, Alman faşizmine karşı direnen Roza’nın, ihanete karşı direnişi seçen Beritan’ın, faşizme karşı kendini bomba yapan Zilan’ın, en zor koşullarda mücadelesi ile destan yazan Sakine Cansız’ın ardıllarıyız. Tam da bu nedenle bizler özgürlük mücadelesine girişirken gücümüzü bu onurlu kadın direniş mirasından aldık. Aynı zamanda özgürlüğün ve mücadelenin kolay ve bedelsiz olmayacağını bu mirasla öğrendik. Katletmelerle, tutuklama ve baskıyla kadın özgürlük mücadelesinin bastırılamayacağını bizler yine bu mücadele geleneğinden öğrendik. Bu nedenle yarattıkları mirasa sahip çıkmayı ve başarıya ulaştırmayı kendimize borç biliyoruz.

Bu yıl ki 25 Kasım’ı da bu büyük ruhla karşılıyoruz. Bunun için bu yıl 25 Kasım’ı her zamankinden daha kitlesel ve kapsamlı ele almayı hedefliyoruz. 

Kadına karşı geliştirilen şiddet evrenseldir. Ve sadece kadını değil tüm toplumu, tüm insanlığı kapsayan bir duruma gelmiştir. Yine çocuklara uygulanan şiddet ve cinsel istismar uygulamaları da bunun bir parçasıdır. Bu açıdan biz kendimizi evrensel kadın mücadelesinin bir parçası sayıyor ve bu perspektifle her yerdeki kadın özgürlük mücadelesinin güçlü bir bileşeni, hatta öncü gücü olmayı hedefliyoruz.

Efrîn’de yaşanan kadın kırımı, Erdoğan’ın yargılanması için “100 Neden” kampanyamızın talepleri, tutsak kadın yoldaşlarımızla dayanışma, tüm coğrafyalardaki erkek ve devlet şiddetinin teşhiri, ayrıca kadın özgürlük savaşçılarına, aktivistlere yönelik gerçekleşen devlet terörünün teşhiri ana gündemlerimiz olacak. Ayrıca, cinsiyetçi, faşist Türk devletinin halkımıza karşı kimyasal silah kullanmasını da gündeme getireceğiz. 

Bu kapsamda bulunduğumuz bütün yerellerde,  merkezi alanlarda farklı kadın örgütleriyle ortaklaşmayı esas alıyoruz. Bu temelde Almanya, İsviçre, Fransa, Hollanda, Belçika, İskandinavya; İngiltere olmak üzere 50’nin üzerinde merkezde farklı kadın örgütleriyle birlikte mitingler, eylemler, etkinlikler düzenleyeceğiz. Bu eylemlerimizin yanı sıra bilinçlendirme faaliyetleri kapsamında onlarca merkezde panel ve seminerlerimiz yapılıyor ve bunlar kasım ayı boyunca devam edecek. Yine film gösterimi, resim sergisi, info-standlar tarzında da etkinlikler birçok alanda yapılmakta. Bildiğiniz gibi tüm yıl boyunca temel gündemimiz “Kadın Kırımına Karşı Özgür Kadını ve Toplumu Savunmak” olacak.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

CATEGORIES
Share This