İmam Şiş: İddiam Hakikatin Militanı Olmaktır
İmam Şiş, resmi kayıtlara göre ise adı İlhan olan Kürt genci, Galler’in Newport kentinde bulunan Kürt Toplum Merkezinde 17 Aralık 2018’den bu yana açlık grevi direnişinde.
Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ülkeden birisi olan Galler, Britanya adasının batısında bir yarımadadır. Özerk bir yapıya sahip olan Galler, şimdilerde Kürt toplumunun yoğun duyduğu bir isim. Nüfusu 200 bin civarında olan liman şehri Newport, bir Kürt gencinin tarihi direnişine tanıklık ediyor.
Marion Wallace-Dunlop adlı kadın hakları savunucu olan sanatçı 1909 yılında Birleşik Krallık Parlamentosunun duvarına kadınların seçme ve seçilme hakkını destekleyen slogan yazdığı için cezaevine atılır. Londra’daki Holloway cezaevine girdiğinde ise durumu protesto etmek için açlık grevine başladığında doktor kendisine, “neyle besleneceksin?” diye sorar; Marion’ın cevabı tek kelimeliktir ve nettir: “Kararlılığımla!”
Doğrularından ödün vermez
Galler’de açlık grevi direnişini devam ettiren İmam ile sohbet ederken edindiğim en büyük izlenim, kendisinde gördüğüm kararlılıktı. Kendisini ziyarete gelen herkes ile birebir ilgilenip sohbet ediyor. Sohbetlerin temelinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın düşünceleri ve felsefesi var. İmam’ı birkaç yıldır tanırım, radikal çıkışları, inisiyatif geliştirmesi, doğrularından ödün vermeyen duruşu ve en önemlisi de kararlarını, yaşamını ve değerlendirmelerini sürekli Abdullah Öcalan’ın düşünceleri üzerinden temellendiren bir aktivist. Önderliğin tüm kitaplarını birkaç sefer okuduğu, konuşmalarında verdiği referanslardan anlaşılıyor. Müthiş bir hafızası var, tüm değerlendirmelerinde Kürt Halk Önderinden uzun alıntılar yapıyor sürekli.
Türk devletinin Cizre’ye vahşice saldırdığı dönemdi. Bir akşam Londra’daki Haringey ana caddesinde bir kişinin oturma eylemi yaparak tüm caddeyi iki yönlü trafiğe kapattığı haberi gelmişti bana. Bu tek kişilik eylem hakkında bilgi almak için Haringey’deki dernekte bulunan arkadaşlardan birisini aradım, eylemi kimin yaptığını sordum; “İmam” cevabını alınca hangi İmam olduğunu sordum, karşıdaki ses, “Yaw bizim Galler’deki ‘deli İmam’” demişti. İmam ile yaptığımız sohbette bu konu tekrar gündeme gelince, “ben hakikatin delisiyim” diyerek gülüyor.
Elbistan’dan Galler’e yolculuk
Nasıl “hakikatin delisi” olunur noktasına gelmeden önce İmam’ı biraz tanımak için sözü kendisine bırakalım. Kimdir İmam Şiş? Elbistan’dan İngiltere’ye uzanan yolculuğunu, ve direnişinin amacını kendisinden dinledik.
“16 Mart 1987 tarihinde Maraş’ın Elbistan ilçesinde doğdum. Üç çocuklu Kürt-Alevi bir ailenin ortanca çocuğuyum. Babam emekçi, çoğunlukla Arap ülkelerine gider, kaynak işi ile uğraşırdı. 1999 yılında, Elbistan’da solcular ile faşistler arasında bir kavga yaşanmıştı, bir provokasyonun sonucuydu. Kavgada faşist gruptan bir öğrenci ölmüştü. İlgisi olmadığı halde olay bir kuzenimin üzerine kaldı. Bu süreçte bizim ailemiz hedef gösterildi. Bu yüzden Balıkesir’e göç etmek zorunda kaldık.
Balıkesir’de devam eden öğrencilik dönemimde büyük bir dışlama, kabul edilmeme ile karşı karşıya kaldım. Aramızda bir yıl yaş farkı olan abim Mehmet ile aynı yılda liseye başladık. Abim süper lisedeydi, ben ise düz lisedeydim. Aynı binada ama ayrı bölümlerdi.
Lise yıllarında abim bir grup Ağrılı inşaat işçisi ile tanışmıştı. Okulun bir bölümünün inşaatında çalışıyorlardı. Onların aracılığıyla üniversiteye giden Kürt öğrencilerle tanıştık. PKK hareketini, Kürdistan tarihini daha fazla tanıma fırsatım oldu.
Okulun bir duvarına Kürdistan yazılmıştı, kimin yazdığını da bilmiyorum. Ama abimin ismini vermişlerdi müdüriyete. Türkiye’deki okullarda her gün iki farklı öğrenci nöbetçi olur okulda. O gün de şansıma ben nöbetçiydim. Müdür bana gidip Mehmet Şiş’i yani abimi getirmemi istemişti. Ben de gidip abimi alıp müdürün odasına götürmüştüm. Çok zoruma gitmişti. Hiç unutamıyorum.
Lise son yıllarında, birçok olaya benim ve abimin de ismi karıştı, faşist öğrencilerle bazı kavgalar yaşandı. Çok göze batmıştık, dikkat çekmiştik. Bizi hedef aldılar. Abim Balıkesir Üniversitesi Edebiyat bölümünü kazandı. Ben ise üniversiteye yerleşememiştim. Hem politik hem de ailenin ekonomik koşullarından kaynaklı İngiltere gelişim gündeme geldi. Ve 2005 yılında önce Kıbrıs’a, oradan da İngiltere’ye geldim.
Gerilla saflarında bir Abi
Ben İngiltere’ye geldikten bir yıl sonra yani 2006’da abim PKK saflarına katıldı. Abim, o yıl ‘Amed Newroz’una gidiyorum’ demişti bana. Güvenli bir yere ulaştıktan sonra bana katılım yaptığını yazmıştı ve en son veda mesajında şunları yazmıştı bana:
Hayatın içinde,
Herhangi bir yerde
Ve herhangi bir zamanda
Mutlu etmek istersen beni, gülümse!
Umutlarını avucunun içinde birleştir,
Sonsuza dek gülümse!
Abimin katılımı beni çok etkiledi. İşten fırsat buldukça daha fazla okumaya başladım, PKK’yi, Kürdistan tarihini. Benim politik hayatım açısından bir dönüm noktasıydı. O zamanlar Rojaciwan sitesi vardı, sürekli onu takip ederdim. Kürdistan’daki mücadele bende de büyük bir heyecan yaratmıştı. Rohat Nurhak arkadaş (abisi Mehmet Şiş), Mayıs 2017’de Dersim’de çıkan bir çatışmada şehit düştü.
İngiltere, emek sömürüsü ve kölelik
Ülkeye geldiğimin ikinci günü bir amcamın kebapçı dükkanında çalışmaya başlamıştım. Haftanın 7 günü, günde 12 saatten fazla çalışıyordum. Çok bilincinde değildim o zaman, ama şimdi bakıyorum da ne büyük bir emek sömürüsü olduğunu görüyorum. Çok uzun saatler ve haftanın her günü çalışıyorsun ve asgari ücretin çok altında bir maaş alıyorsun. Gerçekten bir nevi kölelikti aslında.
Bununla birlikte aile ilişkileri… Ailevi sorumluluklar zorunluluk boyutuna geldiği zaman o da kölelik haline gelir. Bu feodal dar aile ilişkileri bireyin özgürlüğünü kısıtlayan ilişkilerdir. Uzun süre bunun üzerine yoğunlaştım, bazı boyutlarıyla bununla mücadele ettim. Sorguladım.
Gençlik çalışmalarına katıldı
2011 yılında Londra’daki gençlik çalışmalarına dahil oldum. Bu süreçte kendi üzerime daha fazla yoğunlaştım, özellikle bireysel eğitimime. Kısa bir süre sonra, Avrupa genelinde Komelen Ciwan çalışmalarına dahil oldum. Ancak Avrupa çalışmalarında biraz zorlandım. Düşündüğüm gibi gitmedi. Sistemdeki alışkanlıklar terk edilmemiş, onlarla mücadele etmek zorladı. Güç getiremedim yaşanan geriliklere, sistemden kaynaklı alışkanlıklara. O yüzden yaşanan sorunlara tepkisel çıkışlarım oldu. 7-8 ay sürdü bu süreç, sonra tekrar İngiltere’ye döndüm. Anlam veremiyordum, daha iddialı ve kararlıydım katılımda. Ama Avrupa’daki gençlik yapısında çok beklediğim bir düzey yoktu. O dönem bazı değerli arkadaşların haklı eleştirilerine anlam veremedim. Kendimi tam anlamama, yetersizliklerime güç getirememe, irade olamama gibi sorunlar.
Her gün biraz daha derinleşen sorgulama
İngiltere’ye döndükten sonra tekrardan kebap dünyasına geri dönmüş ve çalışmaya başlamıştım. Çok hantal hissediyordum kendimi. Aşırı kiloluydum bir de. Spor yapmaya başladım. Hem fiziksel, hem de ruhsal fazlalıklarımdan kurtulmaya başladım. Beni gerileten, gereksiz yük olan zihniyet sorunlarımdan kendimi arındırdım. Çok okudum o dönem. Avrupa’dayken Önderliğin savunmalarının birkaçını okumuştum zaten, kapitalist uygarlık ve özgürlüğün sosyolojisini de bu süreçte okudum. Önderliği okudukça yaşamı sorgulamam, sorularım daha da artıyordu, sorgulamam büyüdükçe de Önderliği daha fazla okuma, anlama ihtiyacı hissediyordum.
Kobanê sürecinde yeniden aktif çalışmalara katıldım. Çözüm sürecinin de bitmesinden sonra tehlikeli ve zor günlerin geleceğini öngörebiliyordum. Önderliğin görüşme notlarını yakından takip ediyordum. Yeni sürece hazırlanmam gerektiğini hissediyordum. Haftanın yarısı çalışıyordum, diğer yarısında da örgütsel çalışma yürütüyordum.
Deryayı besleyen şelale
‘Önderlik ne değiştiriyor insanda?’ Bir arkadaşın bir çözümlemesi vardı, ben de biraz da ileriye götürerek şöyle yorumluyorum: Bütün bu evrensel varoluşu bir derya sayarsak, Önderlik bu deryayı besleyen anlam şelalesi gibidir, o deryayı sürekli besleyen. Sürekli bir akış var, Önderlik bir akış halidir aslında. Kendisi de belirtiyor; ‘Hakikat hareket halindeki anlamlı yaşamdır’ diyor. Önderliğin yaşamına baktığınızda bunu görürsünüz, durağan bir yaşam değildir. Sürekli hareket halindedir. Bu zor İmralı sürecine baktığınızda bile bunu çok net olarak görebiliyorsunuz.
Önderliğin hayatında ailesel ilişkiler, mal mülk yoktur. Tüm yaşamını bir halkın özgürlüğü için seferber etmiş, bunun için harcamış. Çok anlamlı bir yaşam. Bunu kavradığınız zaman, insanda sadece saygı uyandırmıyor, söylediklerini daha çok bilince çıkartma gelişiyor. Daha fazla Önderliği hissediyorsun.
Hem yol hem yoldaş
Yaşanan komplo sürecinde, yetersiz yoldaşlıktan bahsediyor Önderlik. Dilzar Dilok arkadaş şöyle söylemişti: ‘Önderlik hem yoldur, hem de yoldaştır.’ Evet Önderlik hem yoldur, kişiliği, iradesi, direnci, kararlığı ile herkesin kendine örnek alması ayrı bir şey ama aynı zamanda Önderlik yarattığı yolda da yürüyen, onu yaşayan bir liderdir. Ona yoldaş olma iddiasında olan birisi de onu daha fazla anlaması lazım, daha fazla güç vermesi lazım. Ona yük olmaktan ziyade güç vermesi gerekiyor. Bu sürece böyle yaklaştım.
Neden Galler’i tercih etti?
Bugün kapitalizm en çok kentlerde vücut bulmuş, kök salmış. Kentlerde sınıflaşma var, en çok emek sömürüsünün olduğu kentlerde var. Bireyselleşme, küçük burjuvazinin getirdiği moderniteye kayma, konformizme kayma, bu gibi özellikler daha çok kentlerde yaşanıyor. Ben bunların hiçbirini kabul etmedim, Önderliği okuduktan sonra. O yüzden Londra gibi bir kentte yaşamayı kabul etmedim. Newport gibi yerler biraz daha kendisini korumuş bazı yönleriyle. O yüzden buralarda kalmayı tercih ettim. Yurtseverlik özellikleri biraz daha güçlüydü.
Önderlik şunu diyor: ‘Bizim felsefemiz, bir atın gözündeki anlamı sezmekten tutalım, bir kuşun sesindeki anlamı çözmeye kadar, yaşamı bir bütün olarak algılar. Yaşlı bilgeye büyük saygıdan tutalım da, ceylan kadar ürkek bir genç kızın gözündeki arayışa yanıt olmaya kadar anlamla yüklüdür.’ Mesela bu söz bile kendisi dışında her canlıya bir anlam yükleyen bir felsefedir. Galler’de kalmamın bir nedeni de bu yaklaşımdan kaynaklıdır. Doğasından kaynaklıdır.
Hakikatin Delisi
Çalışmalara çok ciddi yaklaştık, Önderlik felsefesi çerçevesinde yaklaştım. Olmaz denilen şeyleri yaptık, ölçüleri dayattık, bunlarda ısrarcı olduk. Bu nedenle Dogmatik olmakla suçlandık. Bu yüzden zaman zaman DELİ gibi kulplar da takıldı bize. Deli deyince aklıma şey geldi: ‘Nasrullah Kuran var, Önderliğin sekretaryasında. Demokratik Modernite’de bir yazısı vardı; ‘Öcalan ve Spinoza’da hakikat sorunsalı‘ diye; ‘Platon’un Devlet kitabında geçen mağara metaforu var: Bir grup insan doğar doğmaz zincirlenerek bir mağaraya konulur. Gardiyanlar, bir gölge oyununda olduğu gibi, ateşin önünde hayvan şekillerini geçirirken, gölgeler önlerindeki duvara düşer. Mahkumlar duvardaki tahtadan oyma hayvan şekillerinin gölgelerini seyreder. Ne var ki mahkumlar tutsak olduklarını bilmezler ve kendilerince tecrübe edilen dışında herhangi bir gerçekliğin var olduğundan kuşkulanmazlar bile. Bir gün, mahkumlardan biri azad edilir, dışarı çıkar ve orada, güneşi, doğayı, hayvanları gerçek haliyle görür. Bencil bir şekilde dış dünyada kalmaktansa, esaret içinde yaşadıklarını mağarada kalan arkadaşlarına anlatmak için mağaraya geri döner, arkadaşları onun delirdiğine inanarak alayla karşılık verir. Özgürlüğün bencilce keyfini çıkarmak yerine arkadaşlarını hakikat konusunda aydınlatma görevini yükümlenen tutsak, bu sefer sadece sistemin tutsağı olmayacak, arkadaşları için de bir delidir artık o. Burada soru şudur; bu adam buna katlanabilecek midir? Hakikatin delisi olma cüretini gösterdiği ve kendini çoğaltabildiği sürece evet’ diye anlatıyor.
Anladıkça reddetti ve eyleme geçti
Mesela benim Haringey ana caddesinde bir yağmurlu akşamda yaptığım tek kişilik yol kapatma eylemi var. Yine Efrîn sürecinde de buna benzer bir şey oldu. Cardiff’te silah fuarı vardı, Türkiye’ye silah satışını protesto etmek için eylem çağrısı yaptım arkadaşlara. Ama bizim meclis yapımız katılmadı, birkaç İngiliz anarşist arkadaş ile gittik eylemi yaptık. Polisler tarafından gözaltına alındık. Tüm yargılama sürecinde siyasi savunma yaptım, eylemimi savundum. Avukatım mahkeme sürecinde ceza alma riskinin yüksek olduğunu ve verdiğim ifademi geri almamı istedi. Tabi ben kabul etmedim yine ve mahkemede derli toplu politik bir savunma yaptım. Her duruşmaya Önderliğin resminin üzerinde olduğu tişörtle çıktım. Avukatım bunu da engellemeye ve aleyhime olduğunu anlatmaya çalıştı. Ama hiç geri adım atmadım. Ve hakim bizi suçlu bulmadı, mahkeme bizim lehimize sonuçlandı. Bu yönlü sürekli inisiyatif geliştirebilen bir yapım vardı. İddiam hakikatin delisi olmaktan, hakikatin militanı olmaya evrilmektir.
Önderliği okudukça, kapitalizmi, sistemi anladıkça daha fazla anlam arayışı gelişiyor. Önderlik bu konuda, ’Anlam arayışın yaşamın sürmesini sağlayan sürükleyici gayedir’ diyor. Bu çok önemli. Tabi bu anlam arayışı devam ettikçe, Önderliği daha fazla anlama ihtiyacı, anladıkça da mevcut istemi kabullenmeme, red etme, karşı çıkma, tepkilenme daha fazla gelişiyor. Ve bu da eyleme geçmeyi sağlıyor.
Anlamlı bir yaşamın sahibi miyiz?
Önderlik son savunmasında, İmralı yaşamını anlatıyor. Diyor ki, ‘İster ana karnında olsun, ister içeride, ister dışarıda, insan yaşamı özgür, eşit ve demokratik olduğu sürece anlamlıdır. Onun dışındaki tüm yaşam türleri sakattır, hastalıklıdır.’ Tabi bu söz, bizi bu soruyu sormaya zorluyor: ‘Biz Kürtler olarak böyle bir yaşamın sahibi miyiz?’ Hem tarihte hem de günümüzde Kürt halkının durumu ortada. İnkar, imha, saldırı, katliam, işgal, sürgün, göçertme…
Bu durum bir Kürdü rahatsız etmiyorsa, burada vicdansızlıktan çok bir ahlak sorunu vardır. Ahlak sorunundan kastım şudur; sistem içleşme, Kürt kimliğini ikinci plana atma, başkalaşma, soykırım politikalarına teslim olma, özüne yabancılaşma vb.
Hiçbir şey olmamış gibi yaşayamazdım
Rojava’da katliam tehditleri var, kuzeyde çok ciddi saldırılar var, en ufak kazanıma tahammülsüzlük var, siyasi ve kültürel soykırım sürekli devam ediyor. Leyla Heval tarihi bir direniş başlatmış. Şimdi bunların hepsi yaşanırken, hiçbir şey olmuyormuş gibi yaklaşamazdım. Rutin hayatıma devam edemezdim, süreç daha büyük fedakarlık istiyordu, bu şekilde bu tarihi direniş sürecinde yerimi almak istedim, bu şekilde eylemi başlattım. Hiç bir kaygıya kapılmadan çok net ve kararlı bir şekilde eylemi başlattım.
Tecride alışmayacağız! Esas tehlike alışmaktır! Ne alışacağız, ne normal bir şeymiş gibi göreceğiz, ne de kabul edeceğiz! Ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz, irademizin, gücümüzün sınırlarını biliyoruz!