Londra’da yaşayan Kürt hukukçu Ali Has, Kürdistan ve Türkiye’de yakından bilinen Kürt şairler Ahmed Arif ve Cemal Süreyya’yı ‘Ben Kolay Ölmem’ adlı oyunla bir araya getirdi. Oyun, iki şairin yaşamlarını, acılarını, duygularını, kimliksel sancılarını ve Türkiye’nin yakın tarihteki kanlı süreçlerini izleyiciyle buluştururken, iki şair arasında ‘Kürt kimliği’ üzerinden şekillenen eleştirel sürece de dikkat çekiliyor.
Londra’da yoğun istek üzerine bir kez daha sahneye konulan oyun, 3 gün boyunca Tower Tiyatro Salonu’nda kapalı gişe oynadı. Oyunda, Cemal Süreya karakterini Göktay Tosun; Ahmed Arif’i ise Cüneyt Yalaz canlandırdı.
Yönetmenliğini Nesimi Kaygusuz’un üstlendiği oyunun müziklerini, oyuna özel yaptıkları besteleriyle Kardeş Türküler’den Vedat Yıldırım ve Bajar Grubu’ndan Cansun Küçüktürk sahnede canlı performans olarak eşlik etti. Ali Has, iki önemli şairi bir araya getirdiği ‘Ben Kolay Ölmem’i yazarken, Arif ve Süreyya’nın birçok otobiyografik belge, anı, röportaj ve mektuplarına ulaşarak ciddi bir araştırma ve emek harcayarak oyunu yazıyor.
Kürt ve Alevi halklarının iki önemli ferdi olan Ahmed Arif ve Cemal Süreyya’nın bir tren vagonunda buluşarak çıktıkları bir yolculuk ile başlıyor oyun. Bu yolculuk, bir yüzleşme olduğu kadar iki şairin yaşamlarında etki bırakan olaylara ve derin izlere yer veriyor. Her iki şairin kesişen hayatları, arkadaşlıkları ve mücadelelerinin anlatıldığı yolculukta Cemal Süreyya’nın bir Dersim sürgünü olarak şehirlilerin, Ahmed Arif’in ise dağların ovaların sokakların şairi olduğu hissediliyor. Yine de şehirlerin, dağların ve ovaların bu iki Kürt şairin, iktidarların acımasız baskılarına karşı muhalif devrimci mücadeleleri anlatılıyor. Ahmed Arif’in cezaevi günlerinde onu yalnız bırakmayan Cemal Süreyya’nın dostluk, arkadaşlık ve sevgi dili oyunda yerini buldu.
33 KURŞUN’DAN DERSİM KATLİAMINA
Oyun boyunca Türkiye’nin yakın tarihi gözler önüne seriliyor, bunun da sol, sosyalist ve devrimci çevreleri nasıl etkilediği iki şairin gözüyle anlatılıyor. Ahmed Arif’in Van’ın Özalp İlçesi’nden 1943 yılında Türk askerlerince 33 Kürt’ün kurşuna dizilerek katledilmesine atfen yazdığı ’33 Kurşun’ şiiri ile başlayan oyunda her iki şairin dizelerine yansıyan, darbeler, yasaklamalar, baskılar, sürgünler, trajik aşklar anlatılıyor. Ahmed Arif’in direnişçi ama aynı zaman da kırılgan yanı ile Cemal Süreyya’nın aşk ve sevgiye dair mısraları yolculuk boyunca etkileyici bir dille sahnede buluşuyor. Oyunda 33 kurşun hikayesini Cemal Süreyya anlatırken, Ahmed Arif’in “Pasaporta ısınmamış içimiz. Budur katlimize sebep suçumuz, Gayri eşkiyaya çıkar adımız, Kaçakçıya, Soyguncuya Hayına…” mısraları eşlik ediyor.
KATLİAM, SÜRGÜN VE ASİMİLASYON
Cemal Süreyya, Dersim katliamının ardından ‘sürgün’ yiyen Kürt Alevi bir ailenin çocuğu olduğu kadar katliamın yarattığı ürkek ve çekingen hali vurgulanmış oyunda. Her iki şair de Kürt oldukları halde kimlikleri üzerindeki bu acımasızlık ve asimilasyon süreçlerinin etkileri ile yüzleşiyor. Oyunda, Ahmed Arif ve Cemal Süreyya birbirlerine arasına mısralar sıkıştırılmış onlarca mektup yazıp gönderiyor. Cemal Süreyya, “Son kötü günleri yaşıyoruz belki/İlk güzel günleri de yaşarız belki/Kekre bir şey var bu havada/Geçmişle gelecek arasında/Acıyla sevinç arasında/Öfkeyle bağış arasında…” derken Ahmed Arif, “Dört yanım puşt zulası/Dost yüzlü/Dost gülücüklü/Cıgaramdan yanar/Alnım öperler/Suskun, hayın, çıyansı/Dört yanım puşt zulası/Dönerim dönerim çıkmaz/En leylim gecede ölesim tutmuş/Etme gel/Ay karanlık…” diye sesleniyor.
Yine Kardeş Türküler’den Vedat Yıldırım, yer yer uzun havalarla, yer yer her iki şairin şiirlerini müzik ile buluşturması ise oyunu daha etkileyici hale getiriyor. Oyun bittiğinde ise izleyiciler dakikalarca oyuna emeği geçenleri ayakta alkışlayarak tam not verdi.
‘İKİ ŞAİR, İKİ YAŞAM, BİR HİKAYE’
Oyunun yazarı Ali Has, her iki şairi aynı sahnede tasvir ederek yazdığı oyunun sadece onların yazma metotları değil aynı zaman da trajik yaşam hikayeleri olduğunu ifade etti.
Arif ve Süreyya’nın iyi birer arkadaş oldukları ve çok şey paylaştıklarını ifade eden Has, “Kalemleri üslup açısından birbirinde farklı olsa da, hayat hikayelerinde tam bir paralellik var diyebilirim. Bu nedenle “iki şair, iki yaşam, bir hikaye” söylemini kullanmaktayım. Doğrusunu söylemek gerekirse, onların kimliklerinin bastırılması amacıyla yaşamlarındaki üstü kapalı ve açık asimilasyonun etkin kullanımının, onların kişisel yaşamları, şiirleri ve yazıları üzerinde derin bir etkisi olmuştur.
ASİMİLASYONA BOYUN EĞMEDİLER
İki şairin bu hikayede temsil ettiği halkların kaderinin bugünkü Türkiye gerçeğinde de aynı kaldığını ve tarihin kendini tekerrür ettiğini dile getiren Has, asimilasyona boyun eğmeyenlerin suçlu ve marjinal gösterildiğine dikkat çekti.
Her iki şairin sistem tarafından kara listeye alınarak ‘suçlu’ olarak damgalandığını ve hapsedildiklerini hatırlatan Has, “Bu sert asimilasyonun bilincinde olanlar, kötü muamele görmekte ve adeta dayatılan bir ürkeklik ve cesaret arasında bir denge kurmaya çalışarak yaşamlarına ciddi bir travma ile devam etmek zorundadırlar. Böylelikle de onların kendini ifade etme özgürlüğü sınırlandırılmıştır. Bu kadar yoğun bir şekilde sevgisizliğe zorlanan coğrafyamızda, en epik aşk şiirleri her zaman ezilen devrimci ruha sahip şairler tarafından yazılmıştır. Nitekim aşk, tarih boyunca her zaman ayakta dimdik durdu ve nefrete karşı galip geldi. Çünkü umudun ümitsiz kaldığı yerde aşk ortaya çıkar ve tekrar umut olur; bir yaşam kaynağı ve sevgisizliğe karşı bir isyan olur, masum, barışçıl ve soylu bir devrime dönüşür. Bu hikaye, bu iki şairi ve şiirlerinde, halklarına uygulanan tüm sevgisizlik baskılarına rağmen, şiirlerinde savundukları asi ruhu yeniden canlandırarak tarihi bir adaletsizliği sorgulamaktadır” diye kaydetti.