Grupsal Yabancılaşma, ‘Solculuk’ ve HDP’yi Desteklemek
Çoğu insanın yaşamla ve yaşamın herhangi bir alanıyla ilgili yaklaşımlarına yakından baktığımızda siyah ve beyaz, uç noktalarda dolaşan değerlendirmeler yaptığını görürüz. Onlar için yaşam ya siyahtır ya beyaz, ya bir insanı tam sevecektir ya da hiç sevmeyecektir, ya bir insan tam bir milliyetçidir ya da hiç milliyetçi değildir.
Mahir Güden
CBT (Bilişsel Davranışsal Terapi) Psikoterapist
Bu durumu yaşayan bireyler olayları, objektif nesnel ve olduğu koşullara / çevreye göre değerlendirme konusunda zorluklar çekerler. Subjektif değerlendirmelerinin, kendi tarihlerinden beslenerek olgu ve olayları ‘yanılsamalarla’ oluşturduğunu görmekte zorlanırlar.
Bireyler, yaşamlarının ilk yıllarından beri çeşitli nedenlerle beslenen, hatta beslemek zorunda hissettikleri yaklaşımlar -davranışsal alışkanlıklar, inanışlar vasıtasıyla hayatlarına yön veren seçimler yaparlar. Örneğin başkalarının kendisinden daha iyi ve başarılı olduğunu ve kendisini değersiz biri olduğunu ailesi ve en yakın çevresi vasıtasıyla yaşayan, düşünen biri var olmak için her zaman başarılı olması gerektiğini ve bu başarının herkesin başarısından daha üstün olmasında yattığını, bunun dışında durumların, yaşayış tarzlarının başarısızlık manasına geleceğini düşünür ve ona göre davranışlar döngüsü içerisine girer. Dünya da ona karşıdır o yüzden her hâlükârda dünyayı alt etme ona gününü göstermeyi hedefler. Bu dünya bazen kendisini dışlayan arkadaşları, belki komşuları belki de tuttuğu takımın ezeli rakibi, aşkına karşılık vermeyen sevgili ya da farklı görüşte olan bir siyasi partidir.
Ezilmişlik, hiçlikler, dışlanmışlıklar, hor görülmeler, baskılar, eziyetler, cinnetler döngüsünde toplumsallığın yaşadığı topraklarımızda bu bireyselliklerin kendisini toplumsallıklar ve oradan grupsal kurumsallaşmalar olarak ortaya çıkarmaları doğaldır. Aynı bireylerde olduğu gibi ‘büzülmüş’ bireylerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkan toplumsal oluşumlar, gruplar, örgütler kendi varlıklarını var etme ya da diğerlerine onlar kadar değerli olduklarını ve o değerleri kendilerinin de elde edebileceklerini ispat etme isteği / uğraşıyla çözümler üretmeye girişirler. Fakat çözüm üretmeye girişirken aslında ürettikleri çözümlerin kendi problematik varoluş, düşünüş tarzlarından beslendiğinin farkına varmazlar. Örneğin değersizlik duyguları yaşayan bir bireyin çözümü mükemmel, hatasız olmakta araması ve oradan dünyayı, yaşadıklarını siyah ya da beyaz kategorilerde değerlendirip ona göre yaşamına yön vermesi gibi, toplumsal gruplaşmalar da problemli varoluşlarından beslenen bir pratik içerisine girerler. Böylece bireyin tek başına yaşadığı değersizlik duygularının toplumsal birliktelik içerisinde yaşanması, o topluluğu bir araya getiren bireylerin subjektifliklerinin farkına varamayan, kendi asıl hallerini bir türlü yaşayamayan ‘dengesiz’ (-ama kendi içinde şaşılacak kadar dengeli) psikolojik hallerinin daha da güçlenmesine neden olur. Bu yanılsamalı bireysel güç hali (aslında güçsüzlük) sonrasında bir araya getirdikleri topluluğu, grubu olduğundan daha güçlü, heybetli ve her şeye hakim bir konumda görmelerine neden olur.
Tabii ki toplumsallığın evrimsel değişkenliği ve ekonomik gelişmelerin el verdiği ölçüde bu gruplar varlık nedenlerinden, var olma koşullarından beslenirken ona uygun politik yönelimler içerisinde bulunurlar. Komünist bir devrimi, proletarya devrimini savunan bizim topraklarımızda doğmuş bir grup doğal olarak o toprakların nesnel ve öznel kontextine göre bir pratik içerisine girecektir. O zamanın sığlıkları, el verdiği teorik ve pratik sınırlar kadarıyla bir düşünsel, eylemsel varoluş döngüsünde olacaktır. Kendisi üretemediği durumlarda ya da üretimin kendisi Bolivya’dan, Çin’den, Rusya’dan, devrim fikirleri, pratikleri aşırıp onu hayat geçirme uğraşı olacaktır. Sonrasında o pratiğin içerisinde yukarıda açıklamaya çalıştığım kısır bir döngünün içerisine girmesi de hiç de garipsenecek bir durum olmaz. Varolduğu yerin zaaflarını üzerinde taşıyan birey ve grup kendisine sunulan teorik ve de pratik zengin olanakları, deneyimleri o zaaflıkların ışığında değerlendirdiğinden (ya da değerlendiremediğinden) tarihi, nesneyi anlamakta zorluk çekecek ve hatta başkalarının neden bir türlü kendisi gibi düşünmediğine akıl sır erdiremeyecektir. Buradan Marx, Engels, Lenin, Atatürk, Deniz. Mahir, İbrahim gibi daha bilcümle tarihsel kişilikleri kendi emelleri için onları, dediklerini varoldukları kontextlerinden kopararak, ve sonrasında gelişen, büyüyen bilgi dünyasını görmeyip, hiçe sayarak sanki kendisinin yanındaymış gibi sunabilecektir. Ya da 20-30 sene önce kendi bağlamında devrimci olan eylemleri 2015 yılında tekrarlamanın yapılabilecek en büyük devrimci pratik olduğunu iddia edip herkesi buna ikna etmeye çalışacaktır.
Bu gruplar kendisini var eden ekonomik altyapıların da temsilcisi, uzantısı olduğundan onların dinamiklerini de içlerinde taşırlar. Bu anlamda ulusal temeller üzerinde orta ve küçük burjuva üzerinden yükselen bir ulusal hareket istediği amaca, amaçlara ulaşmak için daha esnek olması gerektiğini ve olaylara pragmatist yaklaşması gerektiğini bildiğinden belki de bu durum onun daha objektif olup kendi subjektifliğinin farkında nesnel değerlendirmeler yapmasını koşullayabilir. Aynen Türkiye’de gelişen Kürt ulusal hareketinde olduğu gibi. Bunun aksine kendisini teorik olarak daha ilerde ve pratik olarak daha nihai hedeflere ulaşacak bir konumda görenler ise yukarıda açıklamaya çalıştığım durumlardan dolayı çok kaba ve yaşamın, tarihin gerektirdiklerinin aksi bir güzergahta ilerleyip ‘varoluş’ nedenleri olan toplumsal yapılarla bir türlü bir araya gelemeyebilecektir. Evrimsel döngü ve gelişim içerisinde bu grupların bazılarında bir birinden etkileşmede doğal olarak var olacak ama bu kötü alışkanlıklardan hemen vazgeçildiği anlamına gelmez.
Böyle bir süreçte seçim sürecinde Türkiye’de son dönemde toplumsal muhalefetin en başarılı ve ezene, hor görene geri adımlar attırmayı başaran bir hareket gelişmişken / gelişmeye devam ederken onu desteklemeyenlerin neden desteklemediklerini yukarıda açıklamaya çalıştıklarıma bakarak anlamak zor değil. HDP varolan koşullarda AKP’ye geri adım attıracak, toplumsal iyiliği daha da ileriye çekebilecek, gerilemeye dur diyebilecek tarihsel bir potansiyeli içerisinde barındırıyor. Bugünkü nesnel koşullar içerisinde ‘aklıselim’ bir kişinin, özellikle ‘solcu gelenekten’ gelen bir kimsenin HDP’yi desteklememesi onun ne kadar çok dogmatik, kısır döngülerle varolduğunu işaret eder – kötü, yanlış bir insan, grup, örgüt olduğunu değil. Bunun tersine HDP’nin bugünkü nesnel koşullar içerisinde desteklemesinin gerekliliği onların her zaman her yerde doğruyu söylediği ve de söyleyeceği ya da öyle bir pratik içerisinde oldukları, olacakları anlamına gelmez. Kendisine ‘ilericiyim’, doğruyu ve halkı seviyorum diyen herkesin tarihsel anın doğruluklarını anlama ve yakalama yükümlülükleri vardır. Tarihsel koşullamalar bizi ne kadar engellese de, zamanın içindeki boşluklar bize bir geri adım atıp daha büyük resmi görme olanağını sunabilir. O olanakları kullanabildiğimiz ölçüde insanlığımızı, doğallığımızı yaşama, farklılıklar yaratma ‘şansına erişebiliriz’.