Göçmen Krizi Değil İnsanlık Krizi
Kendi topraklarında umudu yitirilmişlerin umut ile ölüm arasındaki yolculukları…
Analiz-Haber: Alaettin Sinayiç-Kos/Yunanistan
Ortadoğu’nun kan gölüne döndü(rüldü)ğü bu zamanlarda yine topraklarından, köklerinden, kültürlerinden koparak Avrupa’ya yüzünü dönen insan seli…
Bu yüzden de Avrupa ülkeleri büyük kriz içerisindeymiş miş!
Göçmenleri yerleştirebilecekleri yerleri kalmamışmış!
Ortadoğu’daki haksız sınırları masa başında sizler kendi başkentlerinizde çizdiniz..
Diktatörler yaratıp, sonradan savaşı siz açtınız..
Ortadoğu’da petrol çıkaran tüm şirketler sizin..
Savaşın tüm silah ve mermileri sizin..
Kısacası bu savaş sizin eseriniz..
Şu artık çok açık, Ortadoğu güvende olmadığı müddetçe etkileri sizin(Avrupa’nın) kalbinizde hissedilecek.
Siz istediğiniz kadar göçmen krizi deyin! Bu bir insanlık krizi..
Şimdi de Göçmenlikle mücadele başlatmışlar..
Avrupa ülkelerindeki sağcı partilerin temel propaganda argümanı ‘Göçmenlikle Mücadele’ olmuş.
Basın, siyasetçiler öyle bir işliyor ki konuyu Avrupa toplumunun temel korkusu haline geldi Göçmenler..
Ve öyle bir hal aldı ki, devletleri yönetenler ülkelerindeki tüm sorunların temelinde Göçmenlerin olduğu algısını yarattı..
Ve bunun sonucunda da ne insan hakları savunucuları ne de o ülkelerin en ‘sol’ partileri bile devletlerinin ‘göçmenlikle mücadele’ politikalarına ses çıkartamaz oldu..
Britanya bunun en iyi örneği bu konuda; Cameron tüm parti propagandasını hemen hemen göçmenlikle mücadele üzerine kurdu. Farage bir televizyon programına geç kalmasını bile aşırı göçe bağladı. Sözde solcu Milliband bile kenardan o kervana katıldı.
Velhasıl-i kelam Avrupa ülkelerinin temel gündemi şu anda GÖÇ..
Ama kimse bu yıl başından bu yana o soğuk sularda boğulan 2 binden fazla insandan bahsetmez.
Evet büyük bir kriz olduğu kesin. İlkçağ’da Avrupa’da yaşanan kavimler göçünden sonra yeni bir Kavimler Göçü olarak tarih sayfalarında yerini alabilecek nitelikte. Özellikle de ‘Arap Baharından’ sonra Ortadoğu ülkelerinde başlayan iç savaşlar Ortadoğu’nun birçok ülkesini büyük bir mezarlığa dönüştürdü. Son olarak Suriye tam bir kan gölüne döndü. Şehirlerin çoğu birer harabe beton yığınına döndü. Kayıtlı ölü sayısı 300 bini aştıktan sonra kimse kayıt tutmaz oldu ölü sayısını. Çünkü sadece rakamlardan ibaret artık durum. Her şey sıradanlaştı, ölüm rutin bir hal aldı. İnsanlar merak etmez oldu ölü sayılarını, haliyle medyanın da ilgi odağı olmaktan çıktı rakamlar.
Ölülerin sadece birer önemsiz rakamdan ibaret olduğu bir coğrafyada insanlar yeni Umutlara doğru yelken açar.. Yönlerini kazada ölen bir bisikletlinin o ülkenin en büyük gazetesinde manşet olduğu Avrupa ülkelerine verirler.
Avrupa ülkeleri de buna karşı sınırlarını daha iyi korumak adına ek bütçeler ayırarak özel tedbirler almaya başlalar.
‘İflasın’ eşiğinde olan Yunanistan ise ek bütçe ayırabilecek durumdan çok uzak. Hem ekonomik kriz, hem de coğrafik koşullarından kaynaklı göçü önleme konusunda çok ta etkili olamayanlardan..
Yunanistan’ın küçücük tatil adasında biriken Ortadoğulular. Eşitsizliğin ve dengesizliğin, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın en çok hissedildiği bu küçücük tatil adası umudun arayışçılarıyla dolu..
Bir yanda, dünyanın birçok ülkesinden gelip 5 yıldızlı otellerde tatil yapanlar, bir yandan da 45 derece sıcağın altında sokaklarda fırın gibi olan betonun üzerinde yatıp kalkan esmer tenliler..
Neydi isimleri..
Çok önemli mi ki isimleri?
Hepsinin ortak adı;
Göçmen, mülteci, sığınmacı..
Bir de başına YASADIŞI, İLLEGAL gibi kelimeler getirdikten sonra her şey meşrulaşmıştır…
Kimseye kendi isimleriyle hitap edilmez..
Ama konuştuklarımın hepsinin adı esmer tenleri gibi birbirine benziyor..
Kürdü de, Arabı da, Farsı da, Afgan’ı da, Pakistanlısı da;
Ya Ahmed, Muhammed, mıhyeddin, Osman, Ranya, Ali ya da Hasan gibi isimler..
Çoğunluğu erkek..
Kızlarını, eşlerini, sevdalarını geride bırakıp çıkmışlar yola.. Onların deyimiyle ‘insan gibi’ yaşayabilecekleri bir ‘yurt’ bulunca geride bıraktıkları özlemlerini de yanlarına alacaklar..
Kimisinin de gönlü izin vermemiş eşlerini, çocuklarını arkalarında bırakmaya; onlar daha da perişan halde.. Bu koşullarda çocuklarla yolculuk etmek..
Azgın denizlerde 5 metrekarelik botlarda 53 kişinin üst üste bindiği bir yolculuğun çocuklar için ne kadar dayanılmaz olabileceğini..
Yolculuk Türkiye’ye başlar önce..
Kimisi bir ay, kimisi bir yıl, kimisi de 5 yıl beklemiş Türkiye’de…
Önce insan denizi olan İstanbul.. Kimisi istanbul bataklığında battıkça batmış, perişan olmuş, insan yerine konulmamış, karın tokluğuna çalıştırılmış… Ta ki doğru zaman gelinceye kadar..
Sonra Bodrum..
Kimisi insan tüccarlarına 2 bin euro vermiş, kimisi 5 bin..
Bodrum-Kos arası 4 km..
İnsan tüccarlarının yaptığı tek şey onlara fiyatı 2 bin euro olan plastik botlar bulmak.. Ve Bodrum’da doğru bir koy ‘da onları o ölüm ve umut arasındaki ince çizgide ‘
‘‘Tam böyle düz gidip sonra biraz sola sapacaksınız, ilk göreceğiniz ışıklar Avrupa’nın ilk kapısı Kos’tur. Hadi Allah kuvvet versin!”
Gecenin karanlığı,
Bir botta üst üste binen insanlar..
Hepsinin gözü karşı tarafta gözüken ışıklarda..
Kaç bot alabora oldu o sularda;
Kimse kaydını bile tutmaz oldu..
“Şanslı” olanlar ikinci adresleri Kos’a varır..
İlk iş karakolda 6 ay Yunanistan’da serbest dolaşabilecekleri belge için başvuru yapmak..
Kimisi bir aydır bekliyor, kimisi bir hafta, kimisi bir kaç gün..
Küçük karakolun önünde sürekli insan kalabalığı..
Belgesini bekleyenler…
Suriyeli nefreti başlamış Afgan, Fars ve Pakistanlısında.. Onlara göre Suriyeli olmak VİP derecesinde gibi bir şey..
Suriyelilere öncelik tanınıyor,
Bekletilmiyorlar.. İzin belgeleri aynı gün çıkıyor diye 1 aydır bekleyenlerde müthiş bir antipati gelişmiş Suriyelilere karşı..
Belge alındıktan sonra yeni güzergah başkent Atina..
Oradan da Makedonya,
Sonra da Sırbistan…
Sonrası?
Hepsinin hayalinde farklı ülkeler var..
Çoğunluğunda İsveç ve Almanya hayali var…
Ama kimse emin değil..
‘Nereye’ diye sorduğum her insan, ‘allah izin verirse’ diye konuşmaya başlıyor..
Peki Allah izin verecek miydi?
Hayallerindeki ülkeye ulaşıp ulaşmamaya Allah’ın izin verip vermeyececiğini bilmiyorum ama o Allah, daha yolculuklarının başlangıcında onların cehennemi yaşamasına izin vermiş…
30 bin nüfuslu küçük tatil adası Kos: sıcaklık 45 derece..
Küçücük Kos merkezinin her köşesi dolmuş..
Bir yandan tatilciler, bir yandan da ‘Allah’ın izninde’ umudu arayanlar..
Tatilci ile bir umut yolcusu birbirinden nasıl ayırt edilir ki!
Elbisesi, ten rengi, yürüyüşü, ismi…
Yok..
Vitaminsizliğin mühür gibi basıldığı yüzleri,
Tişörtlerinde beliren kemikleri,
Ve o restoranların önünden geçerken “küfürlü, isyankar, umutsuz, anlamlı-anlamsız” bakışlarından tanırsın onları..
Elleri kameralı Turistlerin tarihi yapılar dışında görüp fotoğraflarını çekeceği bir şey daha var artık!.. Kos kalesinin girişi olan ağaçlık avluda yere yatan yüzlerce Umut yolcusu…
Kos adasındaki tüm işletmeciler artık sinirli ve bıkkın bakışlarla karşılıyor umut yolcularını…
“Bir siz eksiktiniz”, “zaten devlet krizde, bizi bile doyuramıyor” gibi cümle kurduklarını bakışlarından hissedebiliyorsun..
Dört parça Kürdistanlılar Kos’ta buluşmuş;
Mahabadlı Rafiq,
Kerküklü Soran,
Rojavalı Mihyeddin
Ve
Erzurumlu Ahmed…
Dört parça Kürdistan ateş altında, kan emicilere karşı tarihi bir direniş var. Bir yandan toprakları, onurları ve özgürlükleri için ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gülümseyerek, inanarak savaşan gençler, bir yandan da canını kurtarmak için ölüm ile umut arasındaki ince çizgide yolculuğa çıkanlar..
Roj; henüz 20’li yaşlarda.. 1 sene önce Qamişlo’dan çıkmış. İstanbul’da kalmış bu süre boyunca.. Girişken bir genç. Berberlik yaparak geçimini sağlamış.. İnsan tacirlerine vereceği parayı da biriktirince 53 tane daha Rojava’lı Kürt ile yolculuk başlamış..
5 gündür Kos’ta.. İzin belgesini ilk gün almış ve Atina’ya gemi biletini kesmişti. 4 gün boyunca Atina’dan gelen ve içine 2600 Suriye’linin koyulduğu büyük gemide kalmış. Gemide bile berberlik yaparak harçlığını çıkarmış. O gemi bugün 2600 yolcusuyla birlikte Atina’ya hareket etti, o da inmek zorunda kalmış, çünkü Atina’ya gidecek 50 euroluk başka bir gemi bulmuş.. O büyük gemi ile yolculuk 70 euroymuş. 20 euro için bedeldir iki gün sokaklarda yaşamaya..
Mihyeddin: 25 yaşında.. Derik ilçesine bağlı Girke Lege’den.. Evli, bir kızı var.. Babası Rojava asayişinde, bir kardeşi de YPG’de.. Ailesini arkasında bırakarak çıkmış.. Önce Güney Kürdistan’da bir yıl aşçılık yaparak ailesinin geçimini sağlamış. Kürdistan koşullarında iyi bir maaş sayılabilecek aylık bin dolar almasına rağmen Avrupa kararını vermiş.. ‘Neden’ diye sorduğumda, cevabı hazır; insana değer yok!
Bir gün dönermisin Kürdistan’a diye sorduğumda ise; ‘İnsana değer verilmeye başlandığı zaman’ diyor..
Sonra aklıma bir görüntü geldi; Kobane büyük Daiş saldırısı altındayken, hatta dörtte üçü o çetelerin elindeyken, 12’li yaşlarda bir erkek çocuk, önce toprağı öperek, sinirli ve asi bir ses tonuyla ‘Em Kobane bernadin’(Kobane’yi bırakmayacağız) diyordu…
Sonra Arin geldi aklıma…
Sonra da; Avrupa’da yaşayan hiçbirimizin ‘bu insanlar niye savaşmıyor da kaçıyor’ sorusunu sormaya hakkı olmadığı geliyor aklıma….