
FİİLİ MÜZAKEREYE NEDEN UMUT BAĞLAMALI, SÖZLERE NEDEN GÜVENMEMELİYİZ? – YUNUS ASLAN
Bu yazıda iki temel soruya yanıt arayacağız: Birincisi, fiili müzakere süreci neden umut vadediyor ve neden devlet veya iktidarın sözlerine bakarak umutlu olamayız? İkincisi, PKK’nin örgütsel varlığına son vermesi neden kaygı uyandırmamalı, ama hangi noktada kaygı duymalıyız?
Fiili Müzakerenin Umut Verici Yönü ve Sözlerin Anlamsızlığı
Fiili müzakere süreci, geçmişteki Oslo ve İmralı süreçlerinden köklü bir şekilde ayrılıyor. O dönemlerde Türk devleti ve Erdoğan rejimi, ekonomik, diplomatik ve toplumsal açıdan güçlü bir pozisyondaydı. Arap Baharı’nın rüzgârıyla bölgede hegemonya kurma hedefi güden rejim, PKK ile çatışmayı geçici olarak askıya alarak enerjisini Ortadoğu’ya yöneltmişti. Ancak Rojava Devrimi ve Kobanê zaferi, bu emperyalist hayalleri boşa çıkardı. Erdoğan, yeniden PKK’ye savaş açtı, çünkü güçlü olduğunu ve bu savaşı kazanabileceğini düşünüyordu. Hesapları tutmadı.
Bugünkü süreç ise tamamen farklı bir zeminde başladı. Rejim, Ortadoğu’daki kaotik koşulların ulus-devletleri tehdit ettiği bir dönemde savunmaya çekildi. Ekonomik kriz, diplomatik yalnızlık ve seçmen tabanındaki erime, rejimi köşeye sıkıştırdı. İşgal ettiği bölgelerdeki hâkimiyetini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan devlet, aynı zamanda içerdeki istikrarını da tehlikede görüyor. Geçmişte “yayılma” hırsıyla müzakereye oturan rejim, bugün “varlığını koruma” korkusuyla masaya dönmek zorunda kaldı.
Önder Apo, devletin “beka” paniğini ve Erdoğan’ın “iktidar” korkusunu bir fırsata çevirdi; bu zorunlu müzakereyi “barış ve demokratik toplum” sürecine dönüştürdü. Devlet, ya merkeziyetçi ulus-devlet yapısından taviz vererek kaostan kaçınacak ya da küresel güçlerin savaş bataklığına sürüklenecek. Erdoğan ise ya demokratikleşmeyi kabul edecek ya da faşizme oynayarak ülkeyi uçuruma sürükleyecek. Fiili müzakerenin umut verici yanı, işte bu hayati ikilemdir. Önder Apo’nun gösterdiği yol, hem devlet hem iktidar için tek çıkış; aksi takdirde ikisini de kaos bekliyor. Bu, umudumuzun temel dayanağıdır.
Ancak devletin veya Erdoğan’ın “sözleri” hiçbir anlam taşımıyor. Böylesi bir varoluşsal kriz, vaatlerle değil, somut adımlarla aşılır. Ne yazık ki pratikte henüz hiçbir ciddi adım yok. Sözler değil, eylemler belirleyici olacak. Bu nedenle, sözlere güvenmek yerine fiili adımları izlemeliyiz.
PKK’nin Feshi: Kaygılanmalı mıyız, Kaygılanmamalı mıyız?
PKK, 1970’lerde küçük bir grup devrimci tarafından kuruldu. O dönemde devlet zoruyla ya da gönüllü olarak tasfiye edilseydi, belki de tarihin tozlu sayfalarına karışırdı. Ancak bugün durum çok farklı. Önder Apo’nun paradigması evrenselleşti, PKK halklaştı. Kürt halkı, “PKK halktır” diyerek bu gerçeği haykırıyor. Kürdistan’ın dört bir yanındaki evlerde Önder Apo’nun portreleri, PKK’nin bayrakları ve şehitlerin resimleri asılı. Bu evler, resmi bir “kadro” olmasalar da birer direniş yuvası, birer PKK örgütüdür. PKK’nin resmi yapısı, komiteleri veya adı feshedilse bile bu halkın ruhundaki PKK’yi kimse yok edemez. Devlet de, bir kongre kararı da bu gerçeği değiştiremez. PKK, artık bir halk hareketidir; bu nedenle fesih konusunda kaygılanmaya gerek yoktur.
Ancak bir büyük kaygı var: PKK’nin örgütsel yapısı feshedilirse ve Önder Apo hâlâ İmralı’da tecritreally new windowtecritte tutuluyorsa, bu bir komplo olabilir. Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürt sorununun çözümü için vazgeçilmezdir. Fiili müzakere sürecinde PKK’nin komiteleri, Apo adına önderlik görevini üstlendi. Eğer bu komiteler feshedilir ve Önder Apo özgür bırakılmazsa, halk önderliksiz kalabilir. Devletin, Önder Apo’suz ve PKK’siz bir Kürt halkı yaratma peşinde olduğu şüphesi, ciddi bir tehlikedir. Bu, kaygımızın özünü oluşturuyor: Ya devlet, yeni bir oyunla halkı önderlikten yoksun bırakırsa?
Bu kaygıya yanıt, hareketin liderlerinden gelen net bir duruşla veriliyor: “Silahı da bırakırız, komiteleri de dağıtırız, ama tek şartımız Önder Apo’nun özgürlüğüdür.” Bu, kaygıları gidermek için bir umut ışığıdır. Ancak bu süreçte pasif kalmak olmaz. “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” talebi, dünya çapında daha güçlü bir hamleye dönüşmeli. Her Kürt, her yoldaş, bu tarihi sorumluluk için ayağa kalkmalı.
TAGS Abdullah OcalanAKPBARIŞ SÜRECİdem partiDEVLET BAHÇELİKürdistanMÜZAKEREMÜZAKERE SÜRECİRecep Tayyip ErdoğanSavaşSÜREÇTürkiye