Editörden…

Slide1

 ‘Bir araya gelebilmemiz için hep birilerinin canının yanması mı gerekir’

Yukarıdaki sözler geçen hafta aramızdan ayrılan iki gencimizden birisine ait. Geldiğimiz topraklarda yaşadığımız acılar içimizi o kadar yakmış olmalı ki yeni acıları kanıksayamaz olmuşuz. Umursamaz bir toplum halini almışız, hafızamızı öyle bir alıştırmışız ki bir hafta sonra yürek acılarımızın üzerine bir format çekebiliyor ve yaşam, iş, sosyalite dediğimiz bataklığın içinde kaybolmaya devam ediyoruz. Baba-oğul, kardeşler, akrabalar para yüzünden birbirine girebiliyor. Gençler bir bir yaşamlarına son veriyor! Bu intiharlarla ilgili herkesin diyeceği birşeyler var, ama maalesef yaptığı hiç birşey yok! Herkes sadece konuşuyor, bilen bilmeyen herkes konuşuyor. Ama kimse bir şey yapmıyor, sorgulamıyor, bu gençleri intihara sürükleyen nedenleri irdelemiyor! Çünkü herkes çok iyi biliyor payını, çünkü hepimiz suçluyuz! Suçlu olan çok konuşur, bilinç altındaki savunma psikolojisi ile konuştukça konuşur…

 

O festivalden bu festivale koşuyoruz, bu konserden o konsere, koşuyoruz! Milyonlarca sterlin harcanıyor bu festivallerde. İsimlerini sayamayacağım kadar çok kurum, dernek, merkez var. Buralarda çalışan yüzlerce insan tüm yıl bu festivalleri organize etmek ile uğraşıyor. Elbette festivaller önemlidir ve yapılmalıdır. Ancak bu festivallerin içeriği bu kadar emek ve maddiyata denk düşmüyor. Formatları aynı, içerikleri aynı, kitlesi aynı, seyircisi, izleyicisi aynı! Aynı da aynı… Tüm festivalleri topla tek birinde ve yılda bir haftalık geniş kültürel, siyasal, sosyal içerikli bir program çıksın ortaya. Geri kalan enerji ve finansı gençler ile ilgili projelere ayırın…

 

Britanya’da en örgütlü göçmen toplumlardan birisiyiz diyebilirim. Kurumlarımızın sayısı diğer tüm göçmen gruplarınınkinin sayısı kadardır. Sadece Gezi eylemleri sırasında yaptığımız eylem sayısı, Londra’da yapılan diğer tüm eylemlerin sayısını geçen bir durumda. Benim sayabildiğim elliye yakın kurum var.  Bazılarında yaşlılar her gün toplanıp, kimin hangi yardımı aldığını, kimin nerde yeni bir işyeri açtığını, kimin nerde ev aldığını konuşuyor.  Kimi aileler haftada 7 gün 14 saat çalışıyor, çalışmayanlar ya belediye ve Jobcentre kapılarında yada kahvelerde okey masasında ha bire zaman öldürüyor! Zaman içerisinde çalışan da, çalışmayan da çocuklarından kopmaya doğru gidiyor! Kimisi çocuğunu korumak adına müthiş bir baskı uyguluyor, kimisi de burada büyümüş çocuğunun ruhsal dünyasına giremiyor. İsteklerine, ihtiyaçlarına cevap olamıyor. Para verdimi her şey bitiyor gibi sanıyor ama zamanla birbirinin dilinden bile anlayamıyor ve yabancılaşma başlıyor.

 

Çocukların, gençlerin kafaları karmakarışık! Bir sürü tanımlama arasında kaybolup gidiyor! ‘Türkçe konuşanlar’, ‘Türk’, ‘Türkiyeli’, ‘Kürt’ ‘Alevi’… Dünyanın herhangi bir yerinde ‘Çince Konuşanlar’ diye bir toplum duydunuz mu? Toplumun üst katmanları Kürde Kürt dememek için bir sürü içi boş yanlış ve ahlaksız tanımlamalara maruz bırakıyor. Yıllarca kendi topraklarımızda yaşadığımız insanlık dışı asimilasyon ve kırım politikalarından kaynaklı Türkçe konuşuyor olabiliriz,  ama bir kimliğimiz var. Ne hakkınız var gençlerimizin kafasını bu kadar bulandırmaya! Ne hakkınız var gençlerimizin üzerinde böylesi bir kimlik bunalımı yaşatmaya! Neye-kime ve neden hizmet ediyorsunuz! İrlandalı ve İskoçların hepsi İngilizce konuşuyor ama onlara ‘İngilizce konuşan’ toplum mu diyoruz! Ben dedesiyle dilden kaynaklı iletişim kuramayan birçok genç tanıdım burada. Dede-Nine tek bir kelime Türkçe bilmiyor, Torun da tek kelime Kürtçe bilmiyor! Bu nasıl bir trajedidir! Bu nasıl bir kendisini inkar etmektir!

 

Şimdi bazılarınız ne alaka diye diyordur. Birilerinizin ‘Türkçe konuşanlar’ damarı kabarıyordur. Ancak bu bir gerçek. Toplumla, aileyle iyi bir bağ kuramamış bir genç boşluğa düşer. Kendisini tanımlayamayan, kendisini yaşayamayan toplumdan kopar. Yalnızlaşır! Toplumdan koptuğu zaman da ya bir sevgiliye, ya anneye, ya da sadece aileden bir birey ile kalır bağı! Bu bağ da koptu mu sonuç İNTİHAR’dır. Son ölümlere de baktığımız da bunu net bir şekilde görürüz. Son bağı olan amca, son bağı olan sevgili, son bağı olan anne gitmiştir… ve onu bağlayan hiç bir şey kalmamıştır!

 

Şimdi suçlu kim? Bize inanılmaz acılar yaşatan ve bu diyarlara mahkum eden Türk devleti mi; göçmen olarak yaşadığımız ve bizleri yardım alabilmek için deli rolüne büründüren, bir çok yalan ve yanlış bilgi vermek zorunda bırakan İngiliz devleti mi; bu sorunları görmezden gelip ‘Türkçe konuşanlar’ toplumuna hizmet ettiğini düşünen kurumlarımız mı; Maraş’ta, Kayseri’de, Sivas’ta bir tane daha daire almak için haftada bir çocuklarının yüzlerini görmeyen babalar mı?

 

Yoksa gitme kararı veren Gençler mi?

 

Bir intiharla geride kalanlar cezalandırılır…

 

Bu gençler bizi cezalandırıyor. Çünkü hepimizin suçlu olduğunu en iyi onlar biliyor…

Hepimizin kapısında bir felaket bekliyor!

Can’lar ışığı ağaca astıkları ipte görmeden, onlara ışık olma zamanıdır…

 

CATEGORIES
TAGS
Share This