DÜŞTÜ DÜŞECEK TAYYİP!
Çocuklar analarından doğduklarında eğer ağlamıyorlarsa kıçlarına bir şaplak atılır, nefessizlikten boğulmasınlar diye. Sanırım bizimkisi de doğduğunda öyleydi, bir şaplağa muhtaçtı.
Bizimkisinin muhtaçlığı sadece doğumda kalmadı, yaş geçtikçe öteki (Türk olmama) olduğu algısı içindeki sessizlikte büyüdü. İstanbul’da yaşıyordu, ama ailesinde bir aidiyet sorunu hissediyordu, kendisinde Türk olamama korkusu olduğundan ailesini üstelemedi. Hırslıydı, hırslı olduğu kadar bireyseldi, zaten bu dünya kendisine adil değildi diye düşünüyordu.
Hırsından mı uzun boyundan mı bilinmez ama kendisinden kısa, alelade insanların sırf makul (devletin resmi) olan kimliklerinden dolayı göğüslerini gere gere horoz gibi dolanmaları adaletsizlikti, kabullenemiyordu. Onu kudret sahibi yapacak bir yol olmalıydı, o yüksek boyundan gördüğü küçük insanlara üstünlük taslayacak bir yol… Futbol da oynadı, rakı da içti,…ama yine de endamının, kudretinin alanı açılmıyordu.
Arayışları sürüyordu. Biraz izledi kendisi gibi öteki kimlikli tecrübe dolu yaşlıları, bunlar nasıl yaptı nasıl tutundu diye merak ediyordu. Ağzını “ötekiler” hep Müslümanların kardeşliğinden bahsediyordu ve sanki denizin ortasında elinde bir parça tahtaya sıkı sıkıya tutunuyorlardı, bıraksalar batacaklar gibiydiler.
Uzun arayışlar sonuç verdi; buldu yöntemi “Müslüman geçinme”. Çelik bir zırh bulmuştu, Türk olanlara bile üstünlük sağlayabiliyordu. Mesele “takvada (inançta) Üstünlük ” diyordu, her kes suspus oluyordu. Öteki olmayı suç olmaktan çıkarmış hatta üstün gelmeyi öğrenmişti.
Ötekilikten çıkmanın bir diğer yolu da solculuktu, ama bu yolun getirisi öyle fazla değildi. Çakma Solculuk ile anca “yarım öteki” olmaktan çıkıyordun, hem de maddi bir getirisi de yoktu. Solculuk taraklarında hiç bir zaman bezi olmadı.
İstanbul’da yola koyuldu, Müslümanlık nutukları attıkça etrafı çoğalıyor, boyu ve yüce benliği halka halka insanlarla kule oluyordu. Ancak bu sabit bir kule değildi yeni insan halkalarıyla yükseliyordu. Meğer ne çok öteki ve beriki varmış, kendisi de şaşıyordu.
Mitinglerde samimi Müslüman olduğunu belirtmek için sık sık yüzüğünü gösteriyordu “tüm malvarlığım bu, bundan fazlasını görürseniz biliniz ki ben hırsızlık yapmışım” diyordu.
Sovyetlerin çöküşü sonrası Ortadoğu’daki düzenini yeniden pekiştirme peşindeki Amerika’ya göz kırpıyordu. İslam’ın özüne bağlı Erbakan’ın Amerika ile yeterli manevra yapmaması; birden gözlerinde şimşekler çaktı. İlk fırsatta Erbakanları sattı, manevranın ismini de “gömlek değiştirme” koydu ve BOP’un eş başkanı oldu. Amerika’yla partner olmuştu, artık kendisinin keramet sahibi olduğuna inanıyordu. Ego patlaması yaşıyordu.
Öyle ki siyasete yeni bir ekol getirdiğini düşünüyordu, “Kasımpaşalılık raconuyla” Avrupa birliği müzakere masalarında blöflerle ayağa kalkıyordu, aman beyefendi yapmayın diye kolundan tutuyorlardı. Çıkarcı da olsalar işlerini belirli prensip ve nezaketle yürüten Avrupalılar hep gafil avlanıyorlardı.
Başbakanlık vizesini Amerikalı Yahudilerden almıştı onlara bile “One minute” çekiyordu, adamların ağzı açık kaldı. Memlekete dönüşünde Türkiye ve Müslüman kamuoyunda “Müslümanların Fatihi” diye yer gök inledi. Müslümanlar olayın danışıklı dövüş olduğunu anlayana kadar Tunus, Libya, Mısır, Yemen ve Suriye yer ile yeksan oldu ve perde arkasında Türkiye İsrail’le her türlü ticari, ekonomik ve siyasi işbirlikçi oldu.
Özellikle planlamanın Suriye aşamasında hızını alamıyor, patronlarından hızlı hareket ediyordu. Kin ve nefret ile Suriye’yi hedefliyordu; Amerika’ya rağmen hareketler geliştiriyordu. Binlerce tırlık silahı insanlık düşmanı, tecavüzcü, katil El kâide ve türevlerine veriyordu. Milyonlarca insan bedbaht edildi. Halende sınırlar İŞİD çetelerine açık.
Tüm amacı Suriye’de doğacak ortamdan Kürtler bir hak sahibi olmasınlar.
17/25 Aralık 2013 operasyonunda ele geçirdikleri devleti bölüşememekte ortağı Fethullah Gülen hükümetin hırsızlıklarını deşifre edince; kazığa oturma korkusuyla canhıraş bir mücadele verdi ve kendi paralel devletini kurdu. Para kutuları, ihaleler, alo fatihler, kupon arsalar, rüşvetler… havada uçuştu bu süreçte.
Kitleselleşen Kürt hareketi demokratik diyalektiği dayatarak sivil siyasetle ülkeyi demokratikleştirme hedefiyle kendini ve demokratik cepheyi büyüttüğü kadar özünde Tayyip’in de önünü açtı, hatta ulusalcı ve dıştan dayatılan darbe mekaniğini engelledi.
Ancak ötekilikten kurtulma kerametleri ile muktedir olan adam, Kürt halkının özüne sahiplenmesini ve diğer Halkların ve İnançların aslına rücu etmelerini ; kendisinin altın yumurtlayan kaz niyetiyle izlediği “soysuzluk faşizminin” bitişi anlamına geliyordu. Özüne dokunmadan her kesime bir ayar veriyordu; kavramlar çorba olmuştu.
Kürt mücadelesi kimyasını bozuyordu; kullandığı bütün değerlerin bitişi de cabası oluyordu. Fakirken açlık katlanır da zenginken çekilmez misali, şimdi arşı aşan kulesinde, kaçak 1150 odalı sarayında muktedir olamamak çok acı veriyordu.
Operasyonun içinde olmasından dolayı “Kobane düştü düşecek” naraları atıyordu. Onuru ve kanıyla mücadele veren Kürt halkı Kobane’yi düşürmedi, ama şimdi kendisini düşürüyor.
Şimdide Halkların gerçek kardeşliğini ve eşit, adil toplumu hedefleyen HDP’ye komplolar düzenliyor, bombalar patlatıyor.
Ölümüne kirli yöntemler geliştiriyor, çünkü kaybederse sadece yenilmeyecek her şeyinden olacak.
Ama kendisinin bilmediği bir şey; HDP onun için de bir kurtuluş getiriyor. Yeniden rehabilite olmasının ve adil demokrasinin güvencesinde hesap verecek.
Aksi takdirde kendisini alacakaranlıklar bekliyor. Bu iş muhtaç olduğu “şaplak” olmayacak, lime lime edici ölümcül bir darbe olur.
Yeni bir başlangıç için, özgür, adil ve eşit toplum için görev başına.
Umut ve emek ile.