Direniş Nusaybin, Sur, Silvan ve Cizre’den Tüm Kürdistan’a Yayılmazsa…
Nusaybin ve Diğer Üç Kentin Direnişi Kırılırsa, Bunu Devlet Değil, Normal Yaşamına Devam Eden Kürdistan’ın Geri Kalanı Başarmış Olacak.
Aras Ararat
Ölülerimizin çetelesini tutmaz olduğumuz, sinirlerimizin adeta çekilmiş olduğu, tepkimizin facebook ve twitter’daki paylaşımlardan öteye geçemediği, sürecin eylem ve direniş ruhunun kavranmadığı ve kafaların muğlak olduğu dönemlerden geçerken, Nusaybin, Cizre, Silvan ve Sur’da devam eden tarihi direnişe kulak tıkayan, göz yuman Kürtlere Latife Anamın bir kaç sözü ile yazımıza başlayalım.
İki ay içerisinde 5 seferdir tümden bir kentin ev hapsinde esir alındığı, ekonominin çöktüğü, bazı mahallerde elektriksiz, susuz ve yetersiz gıdayla günlerce karanlıkta en ağır silah sesleri altında yaşadığı, 17 insanın, evinin bahçesinde, sokağın ortasında katledildiği Nusaybin’de, 70 yaşındaki Latife Ananın çığlığı bize çok şey söylüyor; “Bu saldırılar sadece Nusaybin üzerine olduğunu mu zannediyorsunuz? Nusaybin şahsında yapılan bu saldırılar tüm Kürtlere dönüktür. Nusaybin zaten düşmez, olur da düşerse bu utancı biz değil, ses çıkaramayan Kürtler yaşayacak. Aklınızı başınıza alın ve Nusaybin’e ses verin. Bunu Nusaybin için değil, kendiniz için yapmış olursunuz. Bizim anlımız ak, tarihe bir not daha düşüyoruz, buna ortak olmak da, utançtan boynu bükük yaşama da sizin elinizde”
Yine Nusaybin’den bu sefer Nuriye Ananın çığlığını dinleyin; “Birkaç mahalleye saldırarak, devlet olunmaz. Biz kendi topraklarımızda gasp edilen haklarımızın mücadelesini veren Kürtler olarak bu mücadelede hepimiz varız diyoruz. Batıyı zaten biliyoruz, bizim kırgınlığımız Kürdistan halklarına, topyekun bir direniş olmadan saldırılar son bulmaz. Artık ateş düştüğü yeri tek yakmıyor, buraya düşen ateş tüm Kürdistan’a düşüyor.”
….
Cumhuriyet tarihini geçtim, sadece son altı ayda Kürde yaşatılan vahşete bir bakın. Suruç, Amed, Ankara bombalı saldırıları, ardından Cizre, Nusaybin, Silvan, ve Sur’da yaşattıkları vahşete. Bebekleri, çocukları, dedeleri, hamile kadınları sokak ortasında tüm dünyanın gözü önünde katledip, ‘terörist’ etiketi vurulurken, gençlerimiz vahşice infaz edilip boyunlarına halat geçirip sokaklarda sürüklenirken, ölü çocuklarımızı günlerce defnedeğimiz için derin dondurucularda bekletirken, bir insanın en kutsal mekanı olan mezarlarımızı F16 savaş uçaklarıyla bombalayıp yerle bir ederken, camilerimizi, kliselerimizi, ve tarihimizi ağır silahlarla delik deşip edip yakarken, batıda linç edilirken, Atatürk büstü öptürülürken, batıdaki işyerlerimiz, otobüslerimiz sadece isimlerinden kaynaklı yakılırken, dünyanın en vahşi örgütüne sırf Kürtlerle savaşıyor diye kucak açılırken ve daha nice vahşet yaşanırken…
Türkün yüzde doksanı bu yaşananlara tepki vermeyi bırak, bunu destekliyorsa şu ortaya çıkıyor: Türk halkının Kürtlerle bir sorunu var, hem de çok derin ve tamiri imkansız bir sorun. Geri kalan yüzde dokuzluk sözde demokrat, solcu, ilerici, aydın ve sosyaliste bakalım. Onlar bile bu kadar acıyı görmek, paylaşmak ve buna tepki göstermek yerine, utanmadan bu kadar yaşanandan Kürdün direnişini sorumlu görmektedir. Devletin bu tarifsiz ve barbarca vahşetini görmezden gelerek Hendeklerin-Barikatların ‘yanlışlığının’ felsefesini yapan kesimlere en doğru cevabı Mustafa Karasu vermiş.
ÇARPIK DÜŞÜNCELİ-RUHLULAR
Mustafa Karasu bu kesimler için ‘çarpık düşünce ve çarpık ruhlular’ tanımlamasını yapmıştı: “Türk devletinin saldırılarından direnişi sorumlu tutmak, dünyaya, her şeye tersinden bakmaktır. Türk devletinin bu zalim politikasına karşı yürütülen direniş kutsal görüleceğine, Türk devletinin politikalarına karşı direnildi, bunlar oldu demek, köleliği içselleştirmek anlamına gelir. Diyarbakır 5 Nolu zindanında PKK’li tutsaklar direndiğinde, bazı beyni ve ruhu teslim olmuş tutsaklar işkencelerden direnişçileri sorumlu tutuyorlardı. Şimdi de Türk devletinin ağır saldırıları ve katliamlarından direnişçileri sorumlu tutan çarpık düşünce ve ruhlular görülmektedir.”
TÜRKLERİN VAHŞETİNDE KÜRDÜN DİRENİŞİNİ SORUMLU GÖREN KÜRTLER
Peki Kürdistan’da çarpık düşünceliler yok mu? Dolu, tonla da onlardan var. Ortadoğu’nun en sıcak, savaşın en acımasız olduğu bir dönemden geçerken, Türkler her alanda acımasızca saldırırken, böylesi bir süreçte kendisini korumak, direnmek ve mücadeleyi yükseltmek yerine halen hendek ve barikatları tartışmaktadır. Adeta devletin teslim alma dayatmasına hizmet eden bir tutum takınmaktadır.
Kürdistan’daki bu amansız direnişin elbet bir kaç kentle sınırlı kalmasının yarattığı çok tehlikeli riskleri vardır. Direniş Nusaybin, Cizre, Silvan ve Sur’dan tüm Kürdistan’a yayılmadığı takdirde Türkler tüm güçleriyle bu dört kente kan kusturmaya devam edecektir. Ekonominin tümden felç olduğu, günlerce elektriksiz, susuz, yetersiz gıdayla, top ve tankların gölgesinde ölüme karşı direnişine devam edebilmesi için direnişin tüm Kürdistan’a yayılması mecburidir. Ancak Kürdistan’ın çoğunluğu aynı direnişi gösterdiği zaman inanç ve irade daha da güçlenecek, ve o zaman Türkler çözüme gelmek zorunda kalacaktır.
TÜRKLER CİZRE VE NUSAYBİNİ 92’DEN İYİ TANIYOR
Türkler, Cizre’yi ve Nusaybin’i 92’den çok iyi tanıyor ve tankla, topla, zorbalıkla iradesini kıramayacağını da çok iyi biliyor. Bunun için kendi yaptıklarını PKK’ye havale ederek, her şey güllük gülistanlıkken PKK’nin her şeyi mahvettiğini ve Kürtlerin PKK’ye tepki vermesini sağlama politikası yürüterek Kürtlerin iradesini kırmaya çalışıyorlar; Türklerin Cumhurbaşkanı; ‘‘Buradan bölge halkına çağrıda bulunuyorum, terör örgütü sizin maddi ve manevi varlığınızı birlikte hedef almış durumda. İnancınız namusunuzdur, bizim de namusumuzdur. İnancınıza sahip çıkın. Özgürlük hakkınızdır, yaşama hürriyetinize, seyahat hürriyetinize, ibadet, ticaret, siyaset hürriyetinize sahip çıkın. Terör örgütünün ve onun güdümündeki yapıların iradenize ipotek koymasına asla izin vermeyin. Bölücü örgütün bu ülkeyle, bu milletle, özellikle de sizin değerlerinizle hiçbir ortak yanı olmadığını artık görmüş olmalısınız. Devletin, tamamen proje ürünü bu örgütü sokağınızdan, mahallenizden, ilçenizden söküp atmasına yardımcı olun.’’
Türkler süreci tamamen bu mantık ve politika ile yürütüyorlar. Yılların tekrarını yaşıyorlar, yine gerçekleri ters yüz ederek, aşağılık ithamlarda bulunarak, iğrenç yalanlar atarak, gözlerimizin içine bakıp aklımızla alay ederek Kürde saldırıyorlar. Aç bırakarak, rahatını bozarak, psikolojisini bozarak, korkutarak, öldürerek sonuç almaya çalışıyorlar. Bu politikanın beyhude bir politika olduğuna, yine Nusaybin’den 68 yaşındaki Şükriye Ananın sözleri en iyi cevaptır: “İnsanlar aç ve susuz bırakılarak, davalarından vazgeçirilmeye çalışılıyor. Yıllardır topraklarımız gasp edilerek aç kalmış olan halklar olarak artık açlık bize işlemiyor. Her gün bombalar altında yaşamaya da alıştık, aç ve susuz da kalsak direnmekten vazgeçmeyeceğiz”
Bu yazımda sözlerinden alıntı yaptığım üç tane ananın süreci bu denli doğru okuması, yaşanan eksiklikleri tespitleri, direnişlerindeki kararlılıkları karşısında Kürtlerin geneli nerde duruyor peki?
Latife ananın ve Nuriye ananın kırgın ve kızgın olmalarının temelinde yatan neden nedir?
- Direnişin mevcut kentler ile sınırlı kalması. Ve bunun sonucunda ise Türklerin mevcut direnişi birkaç kentteki ‘kamu düzeni vakası’ olarak kitlelere anlatması ve bununla beraber tüm gücünü bu kentlerde vahşice kullanması bu kentlerde ağır tahribatlar yaratmaktadır. Türklerin bu vahşice saldırıları karşısında direnişin yayılması saldırıları durduracak tek seçenek olarak duruyor karşımızda.
- HDP’nin içerisindeki bir kesimin halen sürecin ruhunu tam kavrayamaması, direnişe anlam verememesi, hendek ve barikatların doğru-yalnışlığı tartışmasıyla kendisini meşgul etmesi, direniş karşısında muğlak bir yaklaşım içine girmesi, sürecin önündeki en büyük engellerden birisidir yine. Bu tarihi dönemde HDP mevcut durumda tarihi rolünü oynamaktan çok uzak bir pozisyondadır. Bu durum direnişin yayılmasını da geciktiren diğer önemli bir sorundur.
- Kürt halkının dışardaki sesi olan Avrupa’da yaşayan Kürtler de aynı pasifliği yaşamaktadır. Sürecin ruhuna denk düşen bir anlayış ve pratiğin çok gerisindedir. Kürdistan’da yaşanan Türk vahşetini dünyaya anlatma konusunda sessiz, eylemsiz bir konumdadır. Bu kadar vahşet yaşanırken kürdistan’da tek bir eylem, tek bir diplomasi kampanyası layıkıyla yürütülmemektedir. Gezi sürecinde hemen her gün Londra’da kitlesel bir eylem vardı, ve kitlenin yüzde 70’i bizim Kürtlerdi. Hangi Kürde sorsan Gezi’de katledilen o gençlerin hepsinin adını yaşını bilir, ancak iki aydır Kürdistan’da katledilen yüzlerce insandan tek bir tanesinin ismini bile bilmez. Bunun yanında Fransa katliamına karşı Kürdün gösterdiği duyarlılığı maalesef şuan Kürdistan’a karşı göremiyoruz.
- İnsan hakları kuruluşları, hukukçular, sivil toplum örgütlerinin de sessiz ve tepkisiz olması bu süreçte yaşanan diğer bir nedendir.
Durum böyle olunca, devlet daha da fazla vahşileşme cesaretini göstererek Nusaybin’e, Sura, Cizre’ye Silvan’a daha da şiddetli saldırmaktadır. Türkiye’nin dört bir yanından, SAS komandoları, Özel harekat timleri, Terörle mücadele ekipleri, TSK içindeki özel birlikleri, tüm emniyet gücünü ve ne olduğunu halen anlamadığımız ‘Esadullah timi’ gibi güçlerini bu dört kentte toplayarak kentleri yerle bir ederek o kentlerdeki insanlara cehennemi yaşatmaya çalışmaktadır.
…
Suriye şahsında şuan üçüncü dünya savaşı bugün vekaleten yaşanmaktadır. Emperyalist güçler Ortadoğu’daki konumunu güçlendirmek adına savaşa dolaylı olarak veya direk dahil olmuş durumda. Türkiye-Rusya krizi, Türklerin uluslararası alanda Daiş ile olan işbirliğinin deşifre olmuş olması ve terör destekçisi konumu Kürtlerin lehinedir. Kürtler bu süreci iyi yönettiği takdirde hem Rojava’nın güçlenmesi, hem de Kuzey Kürdistan’ın bir statüye kavuşmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Evet şuan Nusaybin ve diğer direnen kentlerde olduğu gibi ağır bedeller ödenecektir. Ekonomi çökecek, herkesin yaşamı direk olarak etkilenecek, ölümler yaşanacak, Türkler vahşice saldırmaya devam edecek… Ancak, topyekün direniş bu bedelleri en aza indirgeyecek ve çözümü hızlandıracaktır.
2016 yılı Kürtlerin yılı olabilir… Yeter ki ruhlarımızı ve düşüncelerimizi bu çarpıklıktan kurtaralım…
Dipnot: Nusaybin direnişinde, arkalarında gözü yaşlı analar, çocuklar, eşler, kardeşler bırakanların listesi:
4 Eylül: Lokman Süne ( ) Türkün kurşunuyla…
3 Ekim: Ahmet Sönmez (50) Türkün kurşunuyla…
3 Ekim: Şahin Turan (27) Türkün kurşunuyla…
2 Kasım: Mert Gümüş (16) Yaşanan bir patlamada yaşamını yitirdi….
15 Kasım: Selamet Yeşilmen (44) Türkün kurşunuyla…
16 Kasım: Abdulkadir Yılmaz (65) Hastaneye götürülemediğinden…
18 Kasım: Hasan Dal (45) Türkün kurşunuyla…
19 Kasım: Musur Aslan (19) Türkün kurşunuyla…
19 Kasım: Emin Öz (55) Sokağa çıkma yasağında, hasta ve yaşlı annesiyle yaşadığı evde kendisini evin tavanına asarak yaşamına son verdi…
20 Kasım: Muhammed Altunkaynak ( ) Türkün kurşunuyla…
20 Kasım: Nurullah Kaplan (45) Türkün kurşunuyla…
21 Kasım: Şerif Alper (55) Türkün kurşunuyla…
24 Kasım: Sedat Güngör (22) Türkün kurşunuyla…
6 Aralık: Cudi Teber (23) Türkün kurşunuyla…
6 Aralık: Mehmet Emin İnan (55) Türkün kurşunuyla…
7 Aralık: Fehime Aktı (56) Türkün kurşunuyla…
7 Aralık: Mahsum Akdoğan (19) Türkün kurşunuyla…
8 Aralık: Hakan Doğan (15) Türkün kurşunuyla…
12 Aralık: Bilal Erdoğan ( ) Türkün Kurşunuyla…