Daymer’den Birleşik Krallık Genel Seçim Değerlendirmesi
Seçim Sonuçlarının Gösterdikleri: Dünden Daha Fazla Birliğe İhtiyacımız Olacak
İngiltere’deki seçim sonuçlarının yankıları üzerinden iki hafta geçmesine rağmen devam ediyor. İşçi Partisi mi, yoksa Muhafazakarlar mı derken, hatta ve hatta İşçi Partisi’nin kazanması neredeyse kesin gözüyle bakılırken sandık başka bir şey söyledi. Muhafazakar Parti kendisinin bile tahmin edemediği bir galibiyet alırken, geçen dönem koalisyonla yönettiği hükümeti tek başına yönetme hakkını kazandı. Bu feci seçim sonuçlarından sonra üç lider işinden olurken, üçün biri, yani UKIP başkanı Farage yaptığı kıvrak bir hareketle U dönüşü çizerek istifa ettiği görevine tekrar döndü. Fakat Farage’dan daha büyük hezimete uğrayan İşçi partisi lideri Ed Miliband ve Liberal Parti lideri Nick Clegg tarih sayfalarındaki yerlerini almak üzere kayboldular.
İktidara tek başına gelen Muhafazakar’lar birçok işçi, emekçi ve göçmen için daha fazla kesinti ve kötü hayat koşulları anlamına gelirken, zengin ve patronlar için servetlerine daha fazla servet katıp, istedikleri gibi vergi kaçıracakları ve özelleştirme politikalarıyla daha fazla kamu fonunu ele geçirebilecekleri bir dönemi onlara sunuyor. Bu anlamda bir örnek vererek bunun daha şimdiden nasıl hayata geçirdiklerini görmemiz mümkün. 8 Mayıs Cuma günü yani seçimlerden bir gün sonra, sonuçların kesinleşmesi ile beraber zengin iş adamları İşçi Parti’sinin seçimleri kaybedip Mansion Vergisindeki (lüks konaklardan alınan vergi) vaadinin hayata geçmemesi, Muhafazakar’ların da nerdeyse sıfır Mansion vergisinin kalması vaadini fırsat bilerek, 6 saatte yaklaşık 100 milyon sterlin tutarında gayrimenkulü satın aldılar.
Muhafazakar Parti seçtiği bakanlar ile önümüzdeki 5 yıl için niyetini de ortaya koymuş oldu. Şimdiye kadar ortaya çıkan en temel başlıklardan gözüken tabloda ise Ulusal Sağlık Servisi (NHS) başta olmak üzere okulların ve diğer kamu alanların kesintiye uğramalarına kesin bir göz ile bakılıyor. Sosyal yardımlarda ise 12 milyar sterlin kesintiyi hayata geçirip işsizlik, kira yardımı ve engelli yardımını kesmeye hazırlanıyor. Ek yatak odası vergisi ve katma değer vergisinin %20 kalması devam edecek. Bunun ile beraber saldırılara karşı harekete geçecek işçi yığınlarının önünü kesmek için daha ilk günden anti-sendikal yasaları hayata geçirmek üzere düğmeye bastı. Grev oylamalarında %50 gibi bir kısıtlama getirmek isteyen Muhafazakar Parti öyle görünüyor ki Thatcher geleneğini devam ettirip sendikaları en büyük düşmanı ilan edecek. Bunun yanında Human Rights Act, yani İnsan Hakları Yasası’nı kaldırıp, başta Müslüman toplumu ve bunun ile beraber göçmen, ilerici ve demokrat bireyleri ‘potansiyel suçlu’ başlığı altında susturmaya çalışacak. Kendisi dışındaki tüm kesimleri günah keçisi ilan edip şeytan olarak göstermeyi planlayan Muhafazakarlar, bu yolla ‘böl yönelt’ silahını kullanmayı hedefliyor. Kısacası gerek kadınlar, gerek gençler, gerek engelliler, gerek çalışanlar ve gerekse de sosyal yardımla geçinenlere karşı saldırıların yoğunlaşacağı bir 5 yıl bizleri bekliyor.
Peki son 5 yılda bir çok kesinti politikası ile İngiltere’deki hayat şartlarını 1930’lara götüren Muhafazakar’lar nasıl oldu da bu seçimi kazandı? Bu seçimlerde Muhafazakar’lara alternatif ya da rakip olarak görünen ve kazanması mümkün olabilecek tek parti İşçi Parti olarak görülüyordu. Fakat İşçi Parti bu dönem tasarruf politikalarını ret etmektense bunları kabul edip daha fazla tasarruf politikaları söylemlerinin ilerisine gidemedi. Umutsuz ve inziva söylemleri, bunun ile beraber sendikal bürokrasinin korkaklığı Muhafazakar partiye seçimleri kazandırdı. İşçi Parti lideri Ed Miliband’in seçim öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarında değişim sinyalleri verdiği dönemlerde oylarının yükseldiğini görülürken, sınıf karşıtı ‘bir kuruş daha fazla borçlanmak yok’ ‘ekonomide daha çok disiplin’ ‘her yıl bütçe açığını kesinti yaparak kapatacağız’ söylemleri Ed Milband’a seçimleri kaybettirip koltuktan inişi getirdi.
Bununla beraber İşçi Partisi yöneticileri kötüye giden hayat koşullarından göçmen toplumları sorumlu tutarak, işçilere yaptığı ihaneti bu sefer kendisine her zaman sadık olan göçmen toplumlara yaptı. Fakat öyle görünüyor ki İşçi Partisi seçimlerden sonra doğru dersleri çıkarmaktansa, durumu daha da kötüye götürecek söylemler parti içinde daha etkili oluyor. Parti içinde Peter Mandelson gibi bir çok söz sahibi kişi partiyi daha sağa kaydırmaları gerektiğini belirterek sendikalar ile olan ilişkilerine sitem ediyor. Bu açıklama yapılırken dikkate alınmayan unsurların başında ise İşçi Partisi içinde sol kanadı oluşturan milletvekillerinin seçimlerde aldığı oyların yükselmesi oldu. Başta işçi emekçiler bunun yanında bir çok göçmen toplum tarafından sevilen John McDonald ve Jeremy Corbyn olmak üzere İşçi Partisi içinde solu temsil eden kesim olarak bilenen milletvekili adayların bu seçimlerde de oylarını artırmaları, öyle görünüyor ki işçi Partisi merkezinin dikkatinden kaçmış bulunuyor.
Ardı ardına bir çok İşçi Partili temsilci partinin ‘özlem’ vermeyi unuttuğunu, özlemin işçi sınıfı özleminden daha çok ortak sınıf özlemlerini gidermek olması gerektiğini söylüyor. İşçi Partili gölge bakanları ve ileri kurmayları bu söylemle toplumun iyi bir ev, iyi bir iş, yaşanıla bilinecek bir maaş, ücretsiz bir sağlık sistemi, ırkçılığın olmadığı bir gelecek vaatleri yerine, ‘John Lewis’ gibi lüks mağazalarda alışveriş yapabilecek bir ‘özlem’ kaygısı duyduklarını dile getirip partinin bu doğrultuda hareket etmesi gerektiğini belirtiyorlar. Parti içindeki bu söylemler ve liderlik yarışında şimdiye kadar öne çıkan bir çok adayın aynı telden çalıyor olması, ‘İşci Partisi Projesinin’ artık kendini tüketen bir sürece doğru yol aldığını gösterir nitelikte.
Peki ya diğer sol partiler ne yaptı?
İşçi Partisi aksine irili ufaklı diğer sol partiler bu seçimlerde oylarını artırarak ileride kurulabilecek bir seçim ittifakı için umut verdiler. Bu anlamda en büyük atılımı hiç şüphesiz Ulusal İskoçya Partisi (SNP) yaptı. Sadece İskoçya’da adaylıklar gösteren Parti geçen seçimlerde 6 olan milletvekili sayısını 56’ya çıkardı. Ulusal İskoçya Partisi (SNP) tasarruf politikalarına ve nükleer silahlanmaya karşı savunduğu emekçilerin özlemini karşılayan söylem ve talepleri ile bu mükemmel zaferin sahibi oldu. Bağımsızlık kampanyasında yakalanan Evet havası ve bunun ile harekete geçen taraftar ordusu, İskoçya’da hem Muhafazakarları hem de İşçi Partisi’ni deyim yerindeyse haritadan sildi. Yine sol söylemli Yeşil Parti 1 milyonun üstünde oy alarak insanların tasarruf karşıtı isteklerini gösterdi. Bunun yanında ilk defa 136 aday ile genel seçimlere, yaklaşık 450 aday ile de yerel seçimlere giren Sendikacıların ve Sosyalistlerin Koalisyonu TUSC, genel seçimlerde 36,368 bin, yerel seçimlerde ise 80 bin dolayında oy aldı. Öte yandan oy kullanma oranının özellikle İskoçya dışında kalan bölgelerde %65’de kalması, alternatif görmeyen bir kesiminde sandık başına gitmediğini de göstermektedir.
Her türlü saldırı için birleşmeliyiz
Maliye bakanı George Osbourne’nun 100 günde hızlı bir şekilde 12 milyar sterlin kesintiyi hayata geçireceğiz söylemi üzerine, Muhafazakar Parti bir çok şehirde protesto edilmeye başlandı. 10 Mayıs’da yaklaşık 10 bin kişinin katılımıyla Londra’da başlayan gösteri serisi sırasıyla Cardif, Bristol ve Lincoln’da devam etti. Daha önce 1970, 1983, 1992 ve 2010 iktidara gelen Muhafazakar yine bu şekilde protesto edilmişlerdi.
İngiltere’de önümüzdeki dönemde hepimize büyük görevler düşüyor. Yapılacak kesintiler ve uygulanacak tasarruf politikaları, bunun yanında hayata geçirilecek yeni yasalar, İngiltere’deki yerli göçmen bir çok toplumu yakından ilgilendirecek. Kısa dönemde her kesimden sol örgütlerin, toplum merkezlerinin, sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların birleşip sağlığa, eğitime, daha iyi iş ve ücret hakkına sahip çıkıp, ırkçılığa ve çevre saldırılarına karşı birleşmesi önemli olacaktır. Mayıs ve Haziran ayında daha önce olmadığı kadar yürüyüş ve eylemler ardarda hayata geçecektir. Bu anlamda 20 Haziran’da da People’s Assembly (Halkların Birliği) yürüyüşünde İngiltere’deki tüm toplumlar gibi Türk ve Kürt toplumunun burada yer alması hayati önem taşımaktadır.
İngiltere’de önümüzdeki dönem işçi, emekçi ve göçmen toplumların mücadele etmesi gereken bir başka önemli unsur ise yükselen ırkçı, faşist akım ve bununla beraber UKİP’in yükselişi olacaktır. UKIP lideri Nigel Farage’in bugün milletvekili olmayışı tüm anti-faşist hareket tarafından kutlanması gereken bir başarı. Bu anlamda Stand up to UKIP ve Unite Against Fasicm gibi çalışma yürüten grupları tebrik etmek gerekiyor. Fakat iyi gelişmenin yanında karamsar olarak görünen tablo ise UKIP’in genel seçimlerde aldığı 3.9 milyon oy (120 bölgede ikinci parti oldu), kazandığı 174 belediye encümen azası ve Thanet Belediyesini tek başına yönetme hakkı gerçeği oldu. Seçimlerde alternatif göremeyen, ana partilerden umudunu kesen bir kesimin tepki oylarını kendine çeken UKIP’in, Avrupa Birliği referandum tartışmalarının yoğunlaşacağı önümüzdeki günlerde, göçmen karşıtı ve anti işçi sınıfı tavrı daha çok öne çıkacaktır. Ancak ortak sorunlarımıza karşı ortak mücadeleyi yükselterek UKIP ve diğer ırkçı ve faşist oluşumların önünü kesebiliriz. Yukardaki sosyal ve kamusal alandaki talan yanında ciddi sınav vermemiz gereken bir diğer başlıkta hiç şüphesiz bu olacaktır.
İngiltere’de uzun dönem açısında da hayata geçmesi gereken önemli adımlar var. Bunların başında ise İngiltere’deki sol hareketin temel talepler doğrultusunda, halkçı bir seçim koalisyonu kurmak için hızlı bir şekilde adım atması büyük bir önem taşımaktadır. Ancak sendikalar, işçi hareketi, çevre hareketi, göçmenler ve toplumun diğer bir çok kesimini içinde barındırabilecek bir hareket, İşçi Partisi’ne ve diğer burjuva partilerine alternatif olacaktır. Tek başına parti taleplerinden daha çok, ortak bir program etrafında birleşmek işçi ve emekçilerin özlemlerini karşılayabilecektir.
Day-Mer Yönetim Kurulu adına Oktay Şahbaz