Baydar: Yaşamı savunduğunuzun ispatı HDP’nin barış zincirine katılmak olacak
Yazar Oya Baydar, 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne dair kaleme aldığı yazısında HDP’nin dün açıkladığı Barış Deklarasyonu’na dikkat çekip, “Sözde değil özde barışçı olduğumuzun, yaşamı savunduğunuzun ispatı bugün HDP’nin barış zincirine katılmak olacaktır. Hem de öyle çaktırmadan, arkadan dolanarak değil, cesaretle, açıkça…” diye yazdı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar, dün Meclis’te düzenledikleri basın toplantısında açıkladıkları “Barış Deklarasyonu” ile ülkedeki tüm siyasi aktörlere Kürt sorununu çözüme kavuşturmak üzere barış için bir araya gelme çağrısında bulundu.
1 Eylül Dünya Barış Günü öncesi yapılan bu çağrının yankıları devam ederken Yazar Oya Baydar, ülkenin içte ve dışta daha da içerisine sürüklendiği savaş politikaları ile birlikte HDP’nin bu deklarasyonunu ele aldığı bir yazı kaleme aldı.
Baydar, T24 için kaleme aldığı “Kahrolsun barış, yaşasın savaş! Kahrolsun hayat, yaşasın ölüm!” başlıklı yazısı şöyle:
“1 Eylül Dünya Barış Günü.
Dün HDP, Meclis’te Barış Deklarasyonu’nu okudu, bugün de barış için Türkiye’nin en uzun insan zinciri oluşturulacak ama geniş kitlelerin ne barış zincirinden ne barış deklarasyonundan haberi olacak. Çünkü; Türkçü faşist-siyasal İslam blokunun, “Kahrolsun barış, Yaşasın savaş!” korosu, kulakları sağır ederken, ürkütücü olduğu kadar ilkel Kızıl Elma videosu eşliğinde yedi düvele kabadayılık taslama şovu, ortalığı toza dumana bürüyüp görüş mesafemizi sıfırlayacak.
Toplumsal fay hatlarından, cepheleşmeden, kutuplaşmadan söz edilen Türkiye’de; ne sağ-sol, ne Türk-Kürt, ne Müslüman-laik, ne sünnî-Alevî, bunların hiçbiri değil, bu ülkedeki en derin, en tehlikeli fay hattı; ölümü, savaşı, kanı kutsayanlarla hayatı, barışı, insan onurunu yüceltenler arasındaki zihniyet, vicdan, ahlak uçurumudur.
İktidardakilere sözüm yok. Onlar, barbarlık döneminden, Orta Çağ’dan, Osmanlı fütuhat kültüründen miras “Yaşasın savaş, Yaşasın ölüm” zihniyetinin çağımızdaki anakronik temsilcileri. Peki muhalefet? Millet ittifakının muhalefet partileri? Onlar ne yapıyor?
Barış güzellemeleri yetmez!
Tabii ki aynı kefeye koymuyorum, 1 Eylül Dünya Barış Günü münasebetiyle barıştan söz edeceklerini, güzel nutuklar atacaklarını, barışa övgüler düzeceklerini biliyorum. Ne var ki, ne zaman bir dış sorun olsa, iktidarın çatışmacı, militarist, fetihçi, yayılmacı dış siyasetini destekleyeceklerini, “millî çıkarlar” zokasını yutup saldırgan savaş cephesinde saf tutacaklarını da biliyorum. Bugüne kadar hiç şaşmadı, hep böyle oldu. Muhalefet kimi zaman “bağrına taş basarak”, kimi zaman “ülkenin/devletin yüce menfaatleri” için çatışmacı iktidar blokunun arkasında saf tuttu. İktidarın militarist, savaşçı, saldırgan siyasetini azdıran, muhalefetin bu kritik konularda tam kadro “millî cephe”de hizalanmasıdır. (Muhalefet derken, ana muhalefet partisi CHP’yi ve Millet İttifakı ortaklarını kastediyorum.)
Zaten yıllardır susmayan savaş tamtamlarının yüksek perdeden çalmaya başladığı, iktidarın küçük büyük, örtük açık ortaklarının ağızlarından köpükler saçarak yedi düvele gözdağı vermeye çalıştığı şu günlerde; çatışmacı siyasete itiraz eden, güvenliğimiz sınırlarımızın içinde sağlansın, komşuların topraklarına girilmesin, sorunlar diplomasiyle, diyalogla, uluslararası hukuk çerçevesinde barışçı yöntemlerle çözülsün diyenlerin vatan haini ilan edildiği bir ortamda, barış güzellemeleri yetmez. Yüreğimiz kan ağlıyor ama ne yapalım millî menfaat, demeden, Afrin’i bombalayacak yerli ve millî obüslerin üzerine imza atmayı vatanseverlik saymadan, oy kaygısı gözetmeden, iktidarın çatışmacı militarist politikasının karşısına dikilmek gerekir.
Seçim stratejisini halkın aş-iş talebi, kitlelerin ekonomik sıkıntıları ve Korona krizinin yarattığı ek tahribat üzerine kurmuş görünen CHP, bırakın savaşın kendisini, savaş havasının bile krizi ne ölçüde derinleştirdiğini, savaşın hepimizin cebinden finanse edileceğini, daha da yoksullaşacağımızı halka anlatmadıkça, savaşla yoksulluk, savaşla ahlakî değer yitimi bağlarını kurmadıkça, barışı savunması retorikten ibaret kalacaktır.
Bugüne kadar, Millet İttifakı’nın hiçbir üyesinin, AKP’nin yavruladığı yeni partilerin, savaş harcamalarına ve Erdoğan’ın aile çevresinin elindeki sözde yerli ve millî savaş sanayiine karşı çıktığına şahit olmadık. Oysa yakın gelecekte o silahların sadece cebimizi değil bağrımızı da deleceğini söylersem beni aşırı kötümserlikle itham etmeyin.
Muhalefet; iktidarın içerde bölücü, çatışmacı, dışarda savaşçı ve yayılmacı siyasetine, bu siyasetin ardındaki zihniyete ‘ama’sız karşı durmadıkça, kitleleri bu yönde bilinçlendirmedikçe, yelkenlerini şoven milliyetçiliğin hamaset rüzgârıyla şişirmeyi sürdürdükçe barışçılık içi boşaltılmış bir sözcükten öteye gidemez.
Covid-19 yerli ve millî bir virüs müdür?
Devlet Bey, 9 Eylül’de İzmir’de “Yunan’ın denize döküldüğü” yerde büyük bir yürüyüş gerçekleştireceklerini açıklıyor övünçle. Kendisinin kabala ve hurufî inançlarla uhuveti olduğunu daha önce de izlemiştik. Yunan’ı denize dökme yürüyüşü her biri 81 kişilik (vardır elbette bir anlamı!) bilmem kaç kolla gerçekleştirilecekmiş. Yani epeyce bir kalabalık toplanacak anlaşılan.
Covid-19 virüsü de Türk-İslam sentezinden yana yerli ve millî bir virüs ki zahir, Ayasofya’nın açılışında, Malazgirt törenlerinde, 15 Temmuz anmalarında olduğu gibi, 9 Eylül Yunan’ı denize dökme provokasyonunda da vatan hainleri ve kansızlar hariç, kimselere bulaşmayacak. Ama eminim ki, HDP’nin bugün oluşturacağı insan zincirine bulaşacağı istihbar edildiğinden, halkın sağlığı için yüce devletimiz o zinciri kıracak tedbirleri ivedilikle alacak.
Başını bu iktidarın çektiği, cinnet sınırına gelmiş çaresiz kitleleri de peşinden sürüklediği “Kahrolsun barış, Kahrolsun hayat, Yaşasın savaş, Yaşasın ölüm!” cephesinde olmadığımızın; sözde değil özde barışçı olduğumuzun, yaşamı savunduğunuzun ispatı bugün HDP’nin barış zincirine katılmak olacaktır. Hem de öyle çaktırmadan, arkadan dolanarak değil, cesaretle, açıkça…
Bakın o zaman iktidarın millî çıkar, millî dava, beka balonları nasıl birer birer patlayacak. Ve savaşın kendi yıkımlarını hazırladığını, aşlarını işlerini azalttığını, güvenliklerini, geleceklerini tehdit ettiğini yaşam deneyimleriyle öğrenen halk nasıl gerçek muhalefete yönelecek…
1 Eylül Dünya Barış Günü, muhalefet için “Yaşasın barış, yaşasın hayat” sloganıyla ayrımsız tüm barış güçleriyle birlikte yürüme günü olduğunda, ancak o zaman savaş, kan, ölüm cephesi geriletilebilir.”