Alevilik Nedir? II Alevilik İslam’ın İçinde Değildir

alevilik_nedirAlevilik ayrı bir dindir. Devletin Aleviliği asimile etmek için 1993 Sivas katliamından sonra bir grup Türkçü ve İslamcı unsura görev verdiğini daha önce belirtmiştik. O dönem iki önemli etkenden bahsedilebilinir. Birinci etken Kürt özgürlük mücadelesinin yükselişi milletleşme süreci önünde bölücü olarak görüldüğü bir dönemdir. İkinci etken, tehlikeli olarak görülen demokrasi mücadelesidir. Alevilerin açısında  bakıldığında bunun iki önemi vardır. Birincisi, Alevilerin önemli bir bölümü Kürt’tür. Kendi kimlikleriyle var olmak isteyen Kürt Aleviler, 1921’de Koçgiri’de, 1938’de Dersim’de katliam ve kırıma uğramışlardır. İkincisi, Aleviliğin tarihsel gelişiminde toplumu ileri götüren ideolojilere ya önderlik edilmiştir ya da desteklenmiştir. Alevilerin özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkıları yadsınamaz bir gerçektir. Sivas katliamından sonra yükselen Alevi muhalefetine karşı devlet yeni bir konsept geliştirmiştir. Bu bölümde o dönem yapılan çalışmalar ve o çalışmaların tarihsel geçmişi incelenecektir. Ardından ‘’Alevilik İslamın içindedir’’ söylemiyle Aleviliği içerden yıkmaktan başka bir anlam ifade etmediği açıklanmaya çalışılacaktır.

Önce o dönem yapılan çalışmalara bakıldığında, 1916 yılında Baha Said’e verilen görevi 1993 yılında Orhan Türkdoğan almıştır. Türkdoğan’ın( 2006) Alevi Bektaşi kimliği üzerine yapıtığı sosyo- antropolojik araştımada Aleviliği Türk unsura dayalı milletleşme sürecinde ‘’merkez- çevre diagramı’’ çerçevesinde ele almakta ve Ortadoks İslam’ın Alevileri dışlaması yerine İslam içinde eritmesi önerilmektedir.

Türkdoğan (2006), kitabın girişinde devletin yapmış olduğu kırımı gizlemek için 1921 Koçgıri 1938 Dersim’i dış güçlerin örgütlediği bir ayaklanma olarak gösterip tarihi çarpıtmaktadır. Oysa tek dil, tek din ve tek millet projesinin bir ürünü olarak 1921’de Koçgiri’de  ve 1938’de Dersim’de katliam ve kırım yapılmıştır. Doğal olarak insanlar bu katliamlara ve kırımlara karşı kendilerini savunmak için mücadele vermişlerdir. Türkdoğan’ın tarihi çarpıtmasını anlamak zor değildir. . Milliyetçi ve ırkçı ideolojiler bir ‘’dış güç’’ söylemine ihtiyaç duymadan edemezler. Onlara göre devleti yıkmak isteyen ve büyümelerini istemeyen ‘’dış güçler’’ hep vardır. Dolayısıyla her türlü şiddetin, asimilasyonun, haksızlığın ve eşitsizliğin üstünü örtmek için, demokratik hak ve taleplerin önüne geçmek için ‘’dış güçler’’ söylemi milliyetçi ve ırkçı ideolojilerin can simidi olmuştur.

Türkdoğan (2006), tarihi çarpıtmakla kalmıyor, Aleviliğin tarihsel gelişiminde yaratılan ve sahiplenilen değerleri de gözden düşürmeye çalışmaktadır. 1240 yılında gelişen toplumsal ve siyasal yanı ağır basan Babai isyanını da dış güçlere bağlamaktadır. Ancak tarihi az çok bilen o dönem köylülerin ve göçerlerin ortak kullandıkları toprakların özel mülkiyet lehine bozulması, ekilen toprakların ve otlakların daralması, ağır vergilerin ve baskıların artması sonucu isyanın başladığını bilir. Babai hareketinin, Selçuklu’nun adaletsiz ve baskıcı iktidarını yıkarak yerine eşitlikçi ve adaletli bir düzen kumayı hedeflediği inkar edilebilir mi?

Türkdoğan işin özünü karartmak istemektedir. Amasya tarihçisi Hüsamettin Efendi’ye göre derki;

’’… Baba İshak, Trabzon’daki Komnenes hanedanına mensup bir kumandandır. Amacı da, kaybettikleri yerlerde bir Rum İmparatorluğu kurmaktır. Asıl adı İzak’tır. Yine bazı görüşlere inanmak gerekirse, Şeyh Bedreddin’in de Babailerle ilgisi olduğu ileri sürülmektedir.’’( Türkdoğan, 2006,s-14 )

Babai isyanı büyük bir halk hareketidir. Toplumsal ve siyasi etkileri yüzlerce yıl sürmüştür. Dolayısıyla Bedreddin ve arkadaşlarını etkilememesi düşünülemez. Türkdoğan (2006), Bedreddin isyanının önderlerinden  Börklüce Mustafa’yı Rum ve Torlak Kemal’i Yahudi deyip, Türk düşmanı göstermeye çalışmaktadır. Türkdoğan’ın savının tersine  onlar da siyasal, dinsel ve ekonomik baskıları artan Osmanlı’yı yıkıp yerine eşitlikçi ve adaletli bir düzen kurmak istemişlerdir. Türkdoğan o kadar kinlenmiştir ki, eserini Türk- İslam sentezi olarak eleştirenlere ‘’Torlak’çı zihniyet’’ diye saldırmaktadır. Şeriat ile yönetilen Selçuklu ve Osmanlı’nın katliamcı ve talancı yönetimine toz kondurmamaktadır.

Belirtmekte fayda vardır, Alevilik’de insanların hangi milletten oldukları önemli değildir. Önemli olan insandır. Bir Türk ırkçısı ve milliyetçisi olan Türkdoğan’ın bunu anlaması zordur. Alevilik’de insan varlığı bütün ırkların ve milletlerin üstündedir.Türkdoğan, saygı duyduğu Ziya Gökalp’in Kürt, takipçisi olduğu Baha Said’in Çerkez olduğu gibi, hayranı olduğu İTF‘nın liderlerinden Talat Paşa Yahudi kökenli olamaz mı? Anlaşılan Türkdoğan, Türkçü olanları ‘’iyi’’ olmayanları milletleri ile beraber düşman görmektedir.

Türkdoğan araştırmasını iki önerme üzerinde kurmuştur;

‘’1. Alevi- sünni farklılaşması –tarihi süreç içinde-iç ve dış etkenlerin oluşturduğu bir olgudur.

  1. Bu nedenle, her iki bakış açısı, yeniden yapılanma süreciyle köklerine yönelerek sosyal bir bütünleşmeye dönüşebilir.’’ (Türkdoğan 2006, s.43)

Türkdoğan, Baha Said gibi Aleviliği Türk milletinin İslam’a yaklaşım biçimi olarak ele almakta ve Aleviliği Şaman -Türk geleneğine dayandırmaktadır. Çözüm yolu olarak her iki inanç sisteminin tarihi köklerine dönerek İslam’da bütünleşebileceğini belirtmektedir.

Söylediklerine kendisi de inanmamış olacak ki niyetini ele veriyor.

‘’Alevi-Sünni bütünleşmesi için ‘’İslâm’’ın sistematiğinde hiçbir ayrılık noktasına rastlamak mümkün değildir. İslâm, ayrılıkları birleştiren, bütünleştiren, ‘’bir’’de ‘’çok’’luk, ‘’çok’’ta ‘’bir’’lik arayan bir dindir. Alevi – Sünni dikotomisini tarihi seyrine bırakamayız. Böyle geldi böyle gitsin diyemeyiz. Aksi takdirde, tarihi seyri için de merkez-çevre diyagramı sonucu büyük felaketlerin yanında, sosyolojik anlamda milletleşme sürecinde büyük yaralar almasına sebep olabiliriz.’’ ( Türkdoğan 2006, s.637)

Resmi ideolojinin bakış açısı olan bu mantığı anlamak zor değildir. Alevilerin ve Aleviliğin varlığı tehlikeli görülmektedir. Tarihsel seyrine bırakmak yerine İslamlaştırılması önerilmektedir.

Türkdoğan(2006), ziyaret ettiği hiç bir Ocak’da, hiç bir Alevi-Bektaşi kurumunda İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’ı görmemiştir. Bu durumu geleneksel Aleviliğin sürüp gitmesine bağlamaktadır. Aslında Türkdoğan, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde uygulanan asimilasyon politikalarının başarıya ulaşmamasından yakınmaktadır. Ona göre asimilasyonun başarıya ulaşması için Alevilere Kur’an götürülmeli ve Alevilik olgusunun eritilmesi gerekmektedir. Peki bu nasıl olacak?

Türkdoğan (2006), Alevilere Türk ve İslam olduklarını öğretmek için Diyanet İşleri Başkanlığında toplantıların yapılmasını , Sünni ve Alevi din adamlarının biraraya getirilmesini ve bu siyasetin görsel ve yazılı medya aracılığı ile kitlelere ulaştırılmasını önermektedir. Kürt ve sol düşmanlığı temelinde politika yapılmasını görev bilen Türkdoğan’a göre sosyalist örgütler ve Kürt özgürlük mücadelesi verenler ulus-devlet olmanın yollarını kesmeye çalışmaktadır.

İlginçtir 1994-1995 yılları arasında İran devletinden ilginç bir öneri gelir. İranlı Molla Şeriat Medari, Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’e sunduğu öneri şöyle;

‘’ Sayın başkan Türkiye Alevileri ateistleşiyor. Ya siz ilgilenin Sünnileştirin, ya da bize bırakın şiileştirelim’’ ( Akt.,Yıldırım 2000, s.176)

Medari durduk yere bu öneriyi yapmış olamaz. Bu önerinin iki nedeni olabilir; Birincisi İran devleti, Alevilerle ortak özellikler taşıyan Yaresanları müslümanlaştırmak için baskı ve zulüm yapmaktadır. İkincisi 16. yüzyılın başında Şii Safevilerin  ve Sünni Osmanlının baskısı sonucu Alevilik’de bir kırılma yaratılmıştı ancak bitirilememişti. Bu sefer bitirilmek isteniyordu ama nasıl? Onun önerisinde anlaşılan Alevilerin Sünni veya Şii olması önemli değildi, önemli olan Alevilerin İslam içinde eritilmesidir.

O dönem Başbakan Tansu Çiller için de bir ‘’Alevilik raporu’’ hazırlanır. Diyanet İşleri Başmüfettişi Abdülkadir Sezgin tarafından hazırlanan raporda bakın ne diyor;

‘’ Solcu bir takım Alevici yazar ve aydın kötü niyetli olarak Alevilerin ibadetlerinin ayrı olduğunu belirterek abdest, namaz, oruç, hac, zekat, gibi Müslümanlığa ait ibadetlerin Alevilik’te olmadığını belirtiyor. Oysa Alevilik Müslümanlık’tan ayrı değildir. Öngörülen ibadetler de Sünniler için de Aleviler için de aynıdır’’. (Akt.,Yıldırım 2000, s.179)

Raporun mesajı açık;

‘’ Aleviler, Alevi kimliklerini korudukça topluma entegre olamaz, yani Sünnileşemez yani asimile olmazlar. Öyleyse onları topluma kazanmanın yolu solcularla aralarına nifak tohumları atmaktır’’. (Yıldırım 2000, s.180)

Bütün bu çalışmalar bittikten sonra  İzzettin Doğan’a  görev verilir,1995 yılında CEM Vakfı (Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı) kurulmuş olur.

İzzettin Doğan, başını çektiği CEM Vakfı’nın amaçlarını şöyle açıklamaktadır;

‘’…Türkiye’ de olduğu gibi Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika gibi Avrupa ülkelerinde  de CEM VAKFI, Alevi- İslam İnancını çocuklarına ulaştırmak isteyen ‘’kamil’’ insanlardan kurulu, çekirdek kadrolarla topluma seslenmeye devam edecektir.’’ (Doğan 1996, s.3)

Bir insanın dini Alevilik ise Alevidir, İslam ise İslamdır. Önemli olan bu farklılığa saygı göstermektedir. ‘’Alevi –İslamcılar’’ için‘’Alevilik, İslam’ın içindedir’’.

İzzettin Doğan 1980’de askeri cuntanın kurduğu faşist MDP (Milliyetçi Demokrat Parti)’nin kuruyucu üyesidir. Hiç bir zaman Alevilerin yanında olmamıştır. Ancak Alevi katliamı yapan ırkçı-dinci unsurlarla her zaman ilişkide olmuştur. Sivas katliamından sonra devlet eliyle ‘’Alevi lideri’’ olarak boy gösterilmesi boşuna değildir.

Yine CEM Vakfı’ndan Niyazi Öktem (1996) Aleviliğe nasıl baktıklarını açıklarken, Anadolu Aleviliğini İslam’ın bir yorum tarzı olarak ele almaktadır. Sağduyulu, para sahibi, güçlü Aleviler ile bilimsel çalışmalar yapan sünni dostları bir araya gelerek Cem Vakfı’nın kurulduğunu belirtmektedir. Devlet katında  ve Türk kamuoyunda Aleviliğin saygınlık kazandığına vurgu yapan Öktem belirleyici ögenin Müslümanlık olduğunu savunmaktadır.

Şimdi Öktem’e şu soruları sormak gerekir;

Devlet, Alevileri resmi planda tanıdı mı? Hayır. Cem evleri ibadethane olarak tanındı mı? Hayır. Zorunlu din dersleri kaldırıldı mı? Hayır. Alevi köylerine ve mahallelerine zorla cami yapılmaktan vaz mı geçildi? Hayır. Peki siz hangi saygınlıktan bahsediyorsunuz? Herhalde Öktem ırkçı-dinci unsurlarla aşure yemeyi, Kürt ve sol değerlere saldırmayı saygınlık saymaktadır.

 ‘’ Biz Aleviliği Stalin, Marx veya Lenin’le birbirine müsahip kılma saçmalığı içinde olamayız. İnsan sevgisi içerisinde olan Anadolu Aleviliği bölücü hareketler içinde olamaz.’ (Öktem 1996, s.44)

CEM Vakfı, Alevileri müslümanlaştırmak aynı zamanda Kürt Alevileri Türkleştirmek için Kürt ve Sol düşmanlığı üzerine kurulmuştur.

Şimdi devletin, Aleviliğe karşı izlediği siyasetin İttihat ve Terakki’ye dayanan tarihsel geçmişine bakalım;

Ahmet Güven

CATEGORIES
Share This