Rojava devrimine yönelik saldırıda, taktik değişikliği
Rojava devrimi ve Kobanê’nin başından beri sadece DAİŞ çetelerinin kuşatması altında olmadığını, emperyalistlerin ve bölgedeki gerici, faşist ve işbirlikçi devletlerin askeri, politik, ideolojik, ekonomik ve diplomatik kuşatması altında olduğunu defalarca yazdık.
Bu değerlendirmemizi yeterince anlatabilmişmiyiz bilemiyorum. Ama sanırım son gelişmeler, yani ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin DAİŞ çetelerine yönelik başlattıkları askeri operasyonlar, YPG’ye silah yardımları, Türk devletinin ‘yardım’ koridoru açması, Barzani’nin Peşmerge yollaması vb yukarıdaki değerlendirmelerimizi akla oturtamamış olabilir.
Bu nedenle, bu makalemi buna yoğunlaştırmam sanırım yerinde olacaktır.
Öncelikle Rojava devrimi, Ortadoğu’da yaşayan ezilen ve sömürülen halklar bakımından eşitlik ve özgürlüğe açılmış bir kapıydı. Bu nedenle emperyalistleri ve bölge sermaye devletlerini oldukça rahatsız etmekteydi. İşbirlikçi Güney Kürdistan yönetimi bile rahatsızdı. Suriye’yi iç savaşa sürükleyen ve Esat rejimine yönelik saldırı politikasını örgütleyen emperyalistler ve işbirlikçilerinin Esat rejimine rağmen kurulan bu devrime “Suriye’nin parçalanması yanlısı değiliz” açıklamaları dışında söz söyleme, açıktan müdahale etme şansları da olmuyordu. Daha da ötesi Rojava devriminin temsilcisi, PYD Eş Başkanı Salih Muslim ile defalarca ‘ortak hareket’ edebilmek bakımından görüşmeler de yapılmıştı.
Fakat ‘ortak hareket’ edebilmenin yolları bulunamamıştı. Yani Rojava’nın emperyalistlere ve işbirlikçi bölge devletlerine biat etmesi sağlanamamıştı. Üstelik Rojava devriminin Kürdistan’ın dört parçasında yarattığı etki artmaktaydı. Güney Kürdistan yönetiminin rahatsızlığı da bundandı. Bu nedenle, Rojava devriminin boğulması için sınır hatlarına hendekler açarak, ambargo uygulayarak elinden geleni yapmıştı. Bir yandan kendi halkına ihanet ederken diğer taraftan dört parçadaki Kürtler üzerindeki siyasal otorite gücünü kaybetmemek için Güney Kürdistan’ın bağımsızlığına ilişkin açıklamalar da yapmaktaydı. Oysa ABD bunu uygun bulmuyordu. Dolayısıyla ABD hem Güney Kürdistan yönetimine haddini bildirmek ve hem de Rojava devrimini ortadan kaldırmak için DAİŞ çetelerini devreye soktu.
Bu aşamadan sonra başta ABD olmak üzere diğer emperyalist kuvvetler ve Türk devleti Musul saldırısını, Şengal’deki Ezidi katliamını ve Telafer’de Türkmen katliamını rahatlıkla seyretmiş, kısa sürede Musul’u ve Şengal’i ele geçiren DAİŞ çetelerinin Kobanê üzerinden Rojava devrimini de aynı hızla yerle bir edebileceğini ummuşlardı. Fakat, ummadıkları bir direnişle karşılaşmışlardı.
Teknolojik olarak oldukça zayıf savaş silahlarına sahip, içerisinde MLKP’li kuvvetlerinde bulunduğu YPG-YPJ güçleri ve Kobanê halkı beklenmeyen bir direniş göstermekteydi. Arin Mirkan gibi öncü kadınlar, silahlarının yetmediği yerde bedenlerine bağladıkları bombalarla DAİŞ çetelerinin başına patlıyorlardı. Dünya halkları, ortaçağ vahşeti uygulayan DAİŞ çetelerine karşı bu kahramanca direnişi hayranlıkla izliyor ve artık kendi hükümetlerine “neden izliyor ve susuyorsunuz?” soruları soruyorlardı.
Kuzey Kürdistan başta olmak üzere Avrupa topraklarında ve dünyanın dört bir yanında sokaklara çıkan Kürt halkı ve dostları; sessizliği, görmezden gelmeyi ve gizli ortaklıkları deşifre ederek dünya halklarının sorularına yanıt oldular ve harekete geçirdiler. Emperyalistler, artık bu uluslararasılaşan uyanış ve direniş karşısında mevcut politikasını sürdüremez hale geldi. Üstelik DAİŞ çeteleri, bölgede edindikleri güçle El Kaide misali efendisinin bacağını da ısırmaya başlamıştı. Bu nedenle yeni bir taktikle planlarını hayata geçireceklerdi. Bir yandan uluslararasılaşan direniş yanlısı eylemlerin basıncını ötelemek için pazarlıklı bir biçimde DAİŞ çetelerine yönelik hava operasyonları yaparlarken diğer yandan Rojava devrimini içten baltalamak için Barzani yönetimini Rojava’da etkin hale getirmeye çalışıyorlar. Böylelikle Kantonlarda çok başlı askeri ve politik bir güç yaratma yoluna giderek Rojava’nın devrimci dinamiğini kırmaya çalışmaktalar.
ABD’nin bu planı, kısa sürede Türk devletinin de planı haline geldi. Vurarak öldüremediklerini parçalayarak öldürme planı ile ‘yardım’ koridorunu açtılar.
Bu plan, Barzani için de en uygun planlardan biriydi. Rojava Kantonlarının başarılı olması demek PKK’nin Güney Kürdistan’da itibarının artması ve Barzani’nin iktidar tekelinin kırılması demekti. Direnişi ile dünya halkları nezdinde büyük bir itibar kazanan Rojava/ Kobanê’nin göz göre göre boğazlanmasına Barzani yönetiminin seyirci kalması ise Barzani politikasının dört parçadaki Kürtler içinden silinmesi demekti. Bu nedenle Duhok’ta yapılan ortak askeri ve siyasi yönetim anlaşması ile birlikte Barzani yönetimi de direnişe destek (henüz sembolik düzeyde) vermeye başladı.
Sonuç olarak; Kobanê direnişi sermaye güçlerini köşeye sıkıştırmış, taktik değişikliğine zorlamıştır. Rojava devrimine yönelik tehdit hala devam etmektedir. Afrin Kantonunun El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra tarafından kuşatılmaya başlamış olması ise tehdidin bir başka boyutudur.
YPG/YPJ’ye yön veren iradenin asla teslim olmamak olduğu pratikle sabittir. Fakat savaşın askeri ve politik bir güçle yürüdüğü de sır değildir. Kobanê direnişinin yanı sıra Kuzey Kürdistan, Avrupa ve dünya topraklarında sürdürülen dayanışma eylemlerinin yarattığı politik basıncın önemi açıktır.
Dolayısıyla, Avrupa’da sürdüreceğimiz dayanışma eylemleri Rojava devrimin geleceği bakımından hala oldukça önemli bir yerdedir. Dayanışma eylemlerinin çapındaki her düşme, emperyalistlerin ve sermaye devletlerinin elini güçlendirecek, pazarlık gücünü arttıracaktır.
Bu nedenle; dünyanın tüm ilerici, devrimci güçleri ve kadınları Kobanê’ye ve Rojava devrimine sahip çıkmalı, dayanışma eylemlerini kesintisizce sürdürebilmelidirler.